Abartıların ardına gizlenen biz miyiz?

Abartı, sadece ontolojik zemini değil, kişinin epistemolojik (bilgi felsefesi) kavrayışını da ele veren bir ipucu özelliğini taşıyor; bilgi, hakikate sâdık olmalı, aslında ne idüğünden ziyadeleştirilmemeli ve eksiltilmemelidir. Söz söylerken bu çerçeveyi daima dikkate alan birisinin ne kadar ihtiyatkâr davranması gerektiğini tahmin edebiliriz.

Hilmi Yavuz Hocamız, son günlerde birbirini takib eden üç yazıda şair Ece Ayhan"ın ölümünün ardından bir kısım hayranlarının giriştiği putlaştırma gayretini tenkid etti. Ece Ayhan"ın lehinde-aleyhinde hüküm bildirecek derecede okuyucusu olmadım; esasen yeni şiirden hazzetmediğim de mâlumdur (istisnâları zikre hâcet görmüyorum) lâkin şu "putlaştırma" meselesi zihnime takıldı. Hilmi Yavuz, 9 Nisan tarihli Zaman yazısında Ece Ayhan"ın ardından girişilen yüceltme işlemini "Hagiographie" olarak niteliyor. Mânâsı aynen şöyle: Ermişlerin hayat ve davranışlarını anlatan yazılar, kutsal şeyler bilgisi ve (mecazi mânâda) övgülerle dolu hikâyesi. Övgü, ardına neler gizlenmez ki?

Bugünlerde bilhassa magazin camiasının diline pelesenk ettiği bir başka kelime daha aynı anlamda kullanılması itibariyle revaçta: İdol. İdol, put demek kısaca. "Falan sanatçı veya futbolcu benim idolüm" denildiğinde, elbette "ben o kişiye tapınıyorum" şeklinde anlaşılmıyor; "o idealimdeki insandır, ona çok değer veriyorum" denilmek isteniyor ki burada en azından kavramın bilgisiz ve şuursuzca kullanılmasından doğan mahzurlara işaret etmek gerekir. Lisan, murâdı anlatmalı ve murad edilen her ne ise ona uygun kelimeleri ihtiva etmeli. İdol kelimesinin magazin camiasında menşeinden başka itibarı yok, çünkü Avrupalı. Put kelimesi Türkçe"de ebediyyen kirlenmiştir; kimse, sevdiği sanatçı için " o benim putum" demez lakin "idolüm" demek daha fiyakalı görünüyor galiba.

İdolleştirme, yüceltme veya putlaştırma: Meseleye bir de İslâm kültürü açısından bakalım. Kelime-i Tevhid, her nevi putlaştırma eylemini çirkin bir şekle koymuştur ve bu cümledeki mânâ, -hâşâ- Rabb"in birden fazla olduğu iddiasından daha fazlasını kapsar. Kelime-i Tevhid, yüceltilmeğe lâyık tek şeyin Cenâb-ı Hak olduğunun tasdik edilmesine ilaveten O"nu ikaame etmeğe namzet ilahlaştırma eylemlerini de yasaklar. Bu ikazda, insanın "aşırılaştırma", mübalağa etme tarafına işaret var. Bazen sevgimizi veya nefretimizi bütün kemâliyle ifade etmek için kelimeleri zorlarız; şüphesiz mübalağanın bir sınırı vardır ve o sınıra dikkat edilmelidir. Lisana ayrıntılarıyla hâkim olanlar bu gibi incelikleri tefrikte zorlanmazlar. Sevgili, evlât, eş veya ana-baba veya kişiye en sevgili ve aziz gelen her ne ise, onlar için kullanılacak övgü sıfatlarında perhiz gerekir.

Bu noktada hassas bir ayarlama yapılması gerektiği âşikâr. Takdir, sevgi, bağlılık, hürmet, hayranlık, dostluk veya vefâ; Türkçe"de bir insana duyulan yakınlığın beşerî hadlerini anlatan kelime eksik değil, lâkin mesele kelimeyi seçmekle bitmiyor; kelimelerin içini anlamına sadâkatle doldurmak daha önemli ve değerli. Bir insanı nitelendirirken kelimelere dikkat etmek, o kişinin dünya görüşünü, hatta ontolojik (varlık felsefesi) tutumunu da açıklar. Esasen kelimeler kadar bizi ele veren başka ne vardır ki? "Konuş ki seni görebileyim" diyen İngilizler haklı.

Bilerek veya bilmeyerek yapılmış olsun, bir insanı nitelerken tercih ettiğimiz her sıfat aslında bizi niteler. Abartılı tavsifler iki sebebe dayanıyor; ilki, bir kült inşa ederek gölgesine sığınmak, ikincisi nefreti koyultmak. Aşırılaşmış ifadelerin sonunda aynı kapıya çıkması şaşırtıcı değildir: "Bir şeyde ifrat, zıddına inkılâb eder".

İnsanlar hakkında hüküm vermek, zorların zoru. Hazreti İsa, "yargılamayın, yargılanırsınız" ikazında bulunurken bu zorluğa işaret ediyor. Hüküm vermek, insanın hakikatle ilgi ve yakınlığını da gösterir. Hüküm veren kişi, o konuda kendi hakikatini ifşâ etmekte ve hükmünü kendi zihninden kopararak kamuyla paylaşmaktadır; bu mânâda verdiğimiz her hüküm, mecâzî mânâda kendi kanımızla imzalanmış oluyor. Hazreti Peygamber Efendimiz"in gıybetle iftira arasına koyduğu o nefis ölçü ne kadar uyarıcıdır. "Söylediğiniz vasıflar o kişide varsa gıybet etmiş olursunuz; eğer o vasıflar yoksa bühtandır"; Bühtan, yani iftirâ!

Bu ölçülerin ışığında abartı, sadece ontolojik zemini değil, kişinin epistemolojik (bilgi felsefesi) kavrayışını da ele veren bir ipucu özelliğini taşıyor; bilgi, hakikate sâdık olmalı, aslında ne idüğünden ziyadeleştirilmemeli ve eksiltilmemelidir. Söz söylerken bu çerçeveyi daima dikkate alan birisinin ne kadar ihtiyatkâr davranması gerektiğini tahmin edebiliriz. Niteleme ve hüküm çok ciddi bir şeydir ve Hazreti İsa"nın sözü, "Efendimiz"in ölçüsüyle birlikte değerlendirildiğinde manzara tamamlanmış oluyor.

Abartı insanın tabiatında var: Ece Ayhan"ın ardından şahıs kültü oluşturacak tarzda taltifkâr sözler sarfedenlerin ne derece isabet kaydettiklerini bilemem; bildiğim şey, beşerden efsâne icad etmek isteyenlerin asla yalnız kalmadıklarıdır. Bu gibi şeyler, niyet aslında öyle olmasa bile insanın soyut ve "gaybî" olana imandan kaçınmanın göstergesi olarak da yorumlanabilir. Aslolan, insanlar hakkında hüküm verirken, onu lâyıkınca tanıyacak kadar emek sarfetmek ve nihai tahlilde hakkı gözetmektir. Ve unutmamalı ki, olduğundan büyük inşâ edilmiş şeylerin ardı, gizleyecek şeyleri olanlar için mükemmel bir sığınma yeridir.

TEBRİK:

İyi ki Doğdun Efendim

Aslında vakit erken ama, hatırlatmanın tam zamanıdır. Mayıs ayının 13"ü Mevlid Kandili. Diyanet İşleri Başkanlığı, daha önce her yıl 20-27 Nisan tarihleri arasında kutlanan "Kutlu Doğum Haftası" uygulamasına geçen seneden itibaren son vererek, "Efendimiz"in doğum gününü, Mevlid Kandili"nin bulunduğu hafta içinde kutlamaya karar verdi.

Henüz iki haftalık süre olmasına rağmen, hatırlatıyor ve tebrik ediyorum. Bu haftaya mahsus olmak üzere ülkemizde , Efendimiz"i hatırlatması bâbından insanların birbirine gül hediye etmesi gelenek haline geldi. Zarif ve anlamlı bir tebrik şekli; buna ilaveten bu haftayı, yani 12-19 Mayıs arasını Siyer okuma haftası olarak değerlendirmek de mümkün. Hele M. Hamidullah"ın "İslâm Peygamberi" böyle bir faaliyet için biçilmiş kaftan. Tabii en güzel kutlama biçimi, Efendimiz"in güzel huyunu taklittir.

AKLINIZDA BULUNSUN:

İslamcılığın Doğuşu

Kitabın adı, "Siyasi İdeoloji olarak İslâmcılığın Doğuşu", yazarı Prof. Dr. Mümtaz"er Türköne. Üstelik yeni de değil; kitap geçtiğimiz günlerde üçüncü baskısını yaptı (Lotus Yayınları, 2003, Ankara, 317. s, www.lotuskitap.com). İslâm"ın değil İslâmcılığın tarihi; bir dinin ideoloji haline gelmesinin macerası. Siyâsi İslâmcılık cereyanının 80"li yıllarla birlikte yükselişe geçmesi yanıltmamalı. İslâmcılık, XIX. asrın sonlarında, bir grup Osmanlı aydını tarafından, üstelik Paris ve Londra gibi Avrupai mekânlarda biçimlendirilmeye başlayan bir ideoloji. Bugünü anlamanın yolu, her zaman olduğu gibi dünü iyi bilmekten geçiyor. Tarih kitaplarında geleceği okumak kaderimiz. Kitap akademik bir dil ve üslup ciddiyetiyle hazırlanmıştır; bilmek ve anlamak isteyenler için!


Kaynak (Arşiv)