"A-A Akif'e bak!.."
Cumartesi günü bu sütunlarda yayınlanan "Angarya Kürü" başlıklı yazı içimdeki sıkıntıyı teksir etmekten başka bir işe yaradı mı bilmiyorum; doğru zamanda doğru işi yaptığından emin olamayanlar için daha basit ve faydası şüphe götürmez bir meşgaleye gömülmek pekala tedavi edici olabilir diye düşünmüştüm.
Siyasi ve idari sistemimiz makas değiştirmek üzere; mutad ray tıkırtılarının birdenbire ahenksizleşivermesi bu intibaı güçlendiriyor. Aynı sinyali devlet seçkinleri de hissediyor olmalı ki mütemadiyen araya "bom dedim de aklıma geldi.." kabilinden alakasız laflar sokuşturarak gündemi hafifletmeye çalışıyorlar. Başbakan, koca bir Airbus dolusu heyetle ABD'yi ziyaret edip döndü; bu seyahatten aklımızda kalan ne var? Kombassan yönetim kurulu başkanının "uçakta yer yok" gibi bahane bile sayılmayacak bir kabalıkla refüze edilmesi bir, Oval Ofis'te Clinton'la Ecevit'in çektirdiği "hiyerarşi" belirten fotoğraf iki. İsteniyor ki, "aynı muamele Koç Holding'in yönetim kurulu başkanına yapılabilir miydi bakalım?" teranesiyle acı acı kahırlanalım; isteniyor ki milli gurur gibi kimsenin tartışamayacağı bir motivasyonla Başbakan'ın esas duruşta, Clinton'ın ise koltuğa yan gelmiş vaziyetteki resmini dile dolayıp gündemden uzaklaşalım.
Bayram değil seyran değil, bir haftadan beri Türkiye Akif'in vatanperver olup olmadığını, "Bedr'in arslanları" ile Mehmetçiğin celadet yarışında ilk sırayı kimin alacağını konuşuyor. Doğrusu parlak bir buluş; sert realiteyi unutturmak için ideoloji rayihalı bir tartışma ihdas etmek, aklın dalına kuş konduran bir zekavet ürünü: Mucidini tebrik ederim.
Ne var ki siyasi ve idari sistemimizi laçkalaştıran yaygın hamakat, öyle basit "cambaza bak" numaraları ile setredilecek gibi değil; bu yorgan bedene uymuyor. Geçen hafta Meksika, bizdekinden daha güçlü bir depremle sarsıldı ve çoğu panik eseri rahatsızlıklardan olmak üzere sadece on küsur can kaybıyla bu müthiş felaket atlatılabildi. Yeri gelince hepimiz Meksika'yı, "Bir Meksikalı uyur, ikisi bir araya gelince ihtilal yapar, üç kişi olunca biri uyur ikisi ihtilal yapar, dört kişi olunca pokere otururlar" diye sarakaya alırız; ama belli ki Meksikalılar "siyasi akıl" vadisinde bizden kerrat ile öndeler.
Bir felakete karşı tedbir almak, üstün zeka ve ileri görüşlülük gerektirmiyor; sadece aklın gereklerine direnmemek yeter; ama depremin ertesi ayında "nerede hata yaptık?" otokritiğini bırakıp bu milletin en az tartışma götürür aydınlarından birinin şiiri ve fikri yapısı hakkında ağız dalaşına girmek bize mahsus bir akıldanelik; bu buluşa o derece hayranlık duyuyorum ki müellifini bir kere daha tebrik etmemek elimden gelmiyor.
Üniversiteler açıldı; YÖK başkanı "Baş örtüsü diye bir mesele yoktur; bu devletin nizamına herkes uyacaktır." demiş; nizamiyeye polis dikerek problem hallediliyorsa şimdiye kadar aklımız neredeydi acaba? Kalitesiz eğitim, suiistimal, adaletsizlik gibi sair basit meselelerin niçin cümle kapıdan içeri girmesine müsaade ederiz ki; güvenlik görevlilerine emir verirsiniz o da hallolur. Devletin nizamına uymaya gelince, evvela devletin kendi nizamına uymasını beklemeye hakkımız var; Türkiye'nin gül gibi "deprem yönetmelikleri", taş gibi "olağanüstü hal uygulamaları", arslan gibi "afet işleri" yönetmelikleri var; nizamsa bunlardan ala nizam olur mu? Bu nizama devlet niçin uymadı?
Problemler, devlet elitlerini bunaltacak kadar ağırlaşınca yeni bir "Akif tartışması" ihdas eder, onu da erteleriz; nasıl olsa bizde ağzı yarım yamalak dikilip "yangında ilk kurtarılacak" dolabına kaldırdığımız daha düzinelerle tartışma konusu var: Aleviliği tartışırız, çifte vatandaşlığı tartışırız, Türkçe ibadeti tartışırız, satanizmi, ateizmi, numaralı cumhuriyetçiliği tartışırız; ne olursa olsun ideolojik bir tartışma çentiği icad ederiz; ama teknik, basit ve neticeye dönük lazımeleri tartışmayız; kim tartışmaya cür'et ederse "devlet düşmanı" yaftası yapıştırıp adamı cin çarpmışa çeviririz.
Avara kasnak boşa dönedursun biz tartışmaya devam edelim; tren makasa doğru yaklaşıyor; kompartımanda pişti oynayanlar farkında olsun veya olmasın!