76 yıldır bileğini bükemediğimiz düşman: İrtica

28 Şubat Süreci'nin en belirgin özelliği, tehdit sıralamasındaki değişiklikti: Bölücülük ve yıkıcı akımlar tehdit önceliğini kaybederek ikinci sıraya inerken yerini irticaya bırakıyordu. Bu aşikar bilgi, 28 Şubat Süreci'nde muvazzaf görev yapan iki emekli generalin hafta içinde bir gazeteye verdikleri beyanlarla bir kere daha teyid edildi. 'Ve gördük ki hepimiz şunlarda hemfikiriz: Türkiye'de gerçekten irticai bir meyil vardır. Yönetim buna reaksiyon göstermediği gibi, bir grubu bunun öncülüğünü yapmaktadır. Halkta yaygınlaşmaktadır bu eğilim...'

Emekli Oramiral Dervişoğlu'nun söylediklerini veri olarak kabul ederek yüksek sesle düşünüyorum: Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana, hatta Batılılaşma tarihimizin bidayetinden bugüne irtica, iyi teşhis edilmiş bir tehlike olarak boy gösteriyor; bu uzun dönem boyunca devlet irtica ile titizlikle mücadele ediyor; meseleye karşı hassasiyetini kaybetmiyor. Ne var ki bunca uzun, titiz ve sürekli hassasiyete rağmen irtica, bulduğu her fırsatta devleti ele geçirme istidadı göstererek hızla silkinip serpiliyor, güçleniyor ve müesses kamu nizamını tehdit etmeye başlıyor. Bu hale göre irtica, Cumhuriyet'in ilk yıllarında başarıyla yürütülen ve etkili sonuçlar alınan bataklıkların kurutulması, sıtmayla, veremle, frengiyle, çocuk felciyle mücadele cinsinden bir tehdit değil; daha sinsi, daha dirençli ve daha vahim bir düşman. Batılılaşma tarihini bir tarafa bırakalım: 76 yıllık Cumhuriyet tecrübesi boyunca, alt yapı yetersizliğinden kaynaklanan sıtma, frengi, çocuk felci, tifüs hatta verem gibi çoğu öldürücü ve sakat bırakıcı salgın hastalığın üstesinden gelinmesine rağmen irticaya karşı verilen mücadelenin henüz başarıya ulaşmamasının sebebi ne olabilir? Sıtmayı kininle, frengiyi antibiyotikle, veremi daha iyi beslenme şartlarıyla, tifüsü sabunla alt eden Cumhuriyet yönetimi irticaya karşı hangi panzehiri kullandı da başarılı olamadı? Bunu bilmek veya merak etmek hakkımız; çünkü 28 Şubat Süreci'nin en yetkili ağzının ifadesiyle gerekirse bin yıl daha süreceğini öğrenmek insanı pek de mutlu etmiyor. Üstelik bu 'bin yıl' kararlılığı, bir başka görüş açısından irtica ile mücadelede gelmiş geçmiş ve halihazırdaki yönetimlerin başarısız olduğu anlamında da yorumlanabilir. Bu başarısızlık aynı zamanda kaynak ve enerji israfı ise, şu irtica ile mücadelenin tabiatına bir kere daha eğilmek zamanı değil midir? Eğer irtica, 'su uyur, düşman uyumaz' cinsinden sinsi ve hiçbir zaman asla yok edilemeyen; ama zaman zaman baskı altına alınarak hareketsiz bırakılan bir illet ise, bu illetin hangi bünyede kış uykusuna yattığını ve hayati fonksiyonlarını asgari seviyeye indirerek nasıl yok olmaktan kurtulduğunu da bilmeliyiz.

İrticaya karşı hassas çevrelerin retoriğinden anlaşıldığı kadarıyla irtica, sazlık ve bataklık alanlarda, rutubetli, ışıksız ve iyi havalandırılmayan mekanlarda barınan, hijyenik alt yapının yetersizliğinden güçlenen, kötü beslenme sonucu aktif faaliyete geçen cinsten menhus bir tehlike değil; öyle ise irticaın barınabileceği tek mekan toplum ve toplumdaki bazı insanların kafa yapıları olsa gerektir.

Cumhuriyet'in en muvaffak olduğu ve haklı olarak övündüğü başarılardan en büyüğünü eğitim hamlesi teşkil ettiğine göre, resmi eğitim sürecinin irticaı geriletmek veya ortadan kaldırmakta pek işe yaramadığı ortaya çıkıyor. Temel eğitimin sekiz yıl olmasıyla irticaın önümüzdeki yıllarda bir tehlike olmaktan çıkacağı da söylenemeyeceğine göre biz bu irtica illetinden ebediyen kurtulmak için ne yapacağız? İrticaa karşı pek hassas ve alerjik davranan devletin, eğitim sahasında alabileceği pek radikal bir mesafe de kalmamışsa biz Türk milleti, daha kuşaklar boyunca 'irtica ile mücadele' tatsızlığı ile başbaşa kalacağız demektir.

Vaktiyle bir mason önderi, 'Masonluk, efsanevi gücünü, aslında masonlukta böyle bir gücün var olduğu yolundaki yaygın kanaatten alır.' gibi bir cümle sarf etmişti. Nerdeyse bir asırdan beri devletin sıkı takibinden kurtulamayan irticaın her şeye rağmen canlı ve diri kalabilmesinin ilmi analizini bir yetkili ağızdan dinlemek isterdik doğrusu.


Kaynak (Arşiv)