28 Şubat’tan özeleştiri çıkarmayacak mıyız?

15. sene-i devriyesinde 28 Şubat, dönemin mağdurları tarafından bir kere daha kınandı, eleştirildi, yeni araştırma ve incelemeler yapıldı, yeni şahitlikler konuşuldu. Neredeyse bir ansiklopedi dolduracak hacimde yer tutan 28 Şubat yayınlarına hâkim olan genel edâ, yakınma ve karşı tarafı tenkitti. Özeleştiriye hiç rastlamadım desem yeridir.

Futbol basını, taraftarın gönlünü hoş etmek için yayın yapıyor; bu yaklaşım tarzının bütün basına aksetmesi hoş değil. Bir tarafın kesinlikle haksız, kanunsuz ve edepsiz, diğer tarafın kesinlikle haklı, mâsum ve meşrû kalabildiği bir tarihî hadise yoktur. Doğru, sıra dışı bir dönem geçiriyoruz… Doğru, devlet âdeta yeniden kurulurcasına bütün kağşak ve ârızalı kısımları gözden geçirilip onarılıyor… Doğru, devlete karşı vatandaşın hukuku yeniden inşâ ediliyor, hatta yeni bir anayasa için kolları sıvamış durumdayız ve böyle bir ortamda darbe heveslilerini caydırmak, demokratik kültürü desteklemek şart; ama sâkin ve kendiyle barışık bir ruh hâliyle özeleştiriyi ihmâl etmeden…

28 Şubat’a giden yolda mağrurların kibri, güç gösterisi vardı; mağdurların ise ona denk olmasa da gereksiz jestleri, zamansız hamleleri ve zaafları söz konusuydu. Büyük fotoğrafı seyrederken küçük ayrıntıları gözden kaçırıyoruz. Darbenin mağdurları bugün psikolojik bir rahatlık içinde ve artık mağdur değiller; güçlü mevkie geçtiler. 28 Şubatçılar ise henüz sanık mevkiine gelmemişlerse de (büyük ihtimâl yakındır) kamuoyu baskısının ağırlığını omuzlarında hissediyorlar.

Geçen hafta Aksiyon’un en dolgun sayılarından biriyle karşı karşıyaydık. Hepsi birbirinden değerli olan yazılar o kadar sürükleyici ve bilgilendirici idi ki sanki kitap okur gibi saatlerce Aksiyon sayfalarından kopamadım. Bu mülakatlardan en dikkat çekicisi, o dönemde Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürü olarak görev yapan Yusuf Günay’ın Cemal Kalyoncu’ya anlattıklarıydı. Günay, yukarıda izaha çalıştığım “özeleştiri” konularında âdeta tarihçilere ışık tutuyor. Bu hususlardan biri, ‘iftar kararnamesi’ konusudur. Günay’ın ifadesine göre, hükümetin dindarlıkla pek alakası olmayan kanadından, “Bir iftar kararnamesi hazırlayalım, insanlar evlerine iftar vaktinden yarım saat önce gitsin’ şeklinde bir talep geliyor. Bürokratlar, “Böyle bir düzenlemeye ne gerek var” şeklinde mütalaa verince, hükümet ısrar ediyor: “Hazırladık ve bu kararnameyi imzalamak için ilk önce isteyenler Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna ile Refah Partisi aleyhine açıklamalar yapan bazı bakanlar olmuştur. Ben orada şüphelendim. Bir oyun oynanıyor gibi; ki sonuçta RP’nin kapatılma kararına karşı açılan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki davada, dayandırılan hukuki şeylerin biri bu olmuştur. Yani devlet kurallarını dinî nüanslara dayandırmak gibi.”

Yusuf Günay, 28 Şubat gecesi alınan MGK kararlarının hükümet tarafından pekâlâ uygulanmayabileceğini, Turgut Özal’ın 1987’de aynen bu kararlara benzeyen bir MGK kararı hakkında işlem yapmadığını Başbakanlık müsteşarı aracılığı ile başbakana iletince kezâ, “Siz bu işlerle uğraşmayın. Ben ne yapacağımı biliyorum.” cevabını alınca çok üzülüyor. Oysaki Başbakanlık bürokrasisinin kriz esnasındaki beklentisi kararın ya imzalanmaması veya istifa edilmesidir. Bu beklentiye karşı devrin başbakanının cevabı çok ilginçtir: “Bir saatlik iktidar 40 yıllık ibadetten daha hayırlıdır.”

Tabii iktidar olunabilirse! Nitekim Yusuf Günay, devrin başbakanının o günlerde “Krizi zamana yayarak idare edelim, hallederiz” yaklaşımını benimsediğini söylüyor.

Bu şahitliklere ilave edilebilecek ve herkes tarafından bilinen başka hatalı yaklaşımlar da yok değil. Hükümet olmak ama iktidar olamamak, kamuoyuna karşı dik duruşlu mesajlar verirken kapalı kapılar ardında gidişatı çaresiz nazarlarla seyretmekle yetinmek gibi hadiselerin içini dolduracak yaşanmış hikâyeler var. 28 Şubat’ın mağdurlarını “Aşağıdakiler ve yukarıdakiler” diye ikiye ayırmak lâzımsa, aşağıdakilerin mağduriyetine ve ezilmesine yukarıdakilerin dirençsizliği sebep olmuştur denilebilir. Unutulmamalı, hatırlanmalı ki bir daha 28 Şubatlar olmasın.

AK Parti hükümeti, kriz günlerinde o hataları yapmadığı için bugün iktidarının 10. yaşı içinde.

Kabul edelim; biz özeleştiriyi sevmiyoruz. Sadakati en yüksek değer sayan bir siyaset ikliminde noksanlardan bahsedenler sevimsiz görünüyor; bunun hiç önemi yok. Yeter ki doğru düşünme ve gerçekler karşısında -işimize gelmese bile- dik durabilme hasleti iklimimizden buharlaşıp uçmasın.


Kaynak (Arşiv)