27 Mayıs hürriyet ve anayasa bayramı!
27 Mayıs darbesinin hukuki boyutu 56 yıl boyunca pek gündeme gelmedi. İlk darbenin defteri lâyıkınca dürülmediği için sonraki darbeler 27 Mayıs’ın senetli-hüccetli evlâdı sayılır. Darbecilik o kadar sıradan bir Türkiye gerçeği olmuş ki, cuntacı takımından hesap sorulmaya kalkışıldığında halkımızın mühimce bir kısmı, ‘Nedir yav, şerefli ordumuzun subaylarına kim iftira atıyor’ diye celâllendi; yüce Türk adaleti de başlarda kararsızlığa düştüyse de sonradan durumu toparlayarak ‘darbe-marbe yoktur; gidin işinize kardeşim!’ kararıyla kararsızlığından kurtuldu.
Adalet dedim de aklıma geldi; Reza ve saz arkadaşları aleyhine ABD’de ağır bir dava açıldı mâlumunuz. Gazeteler delilleri sanki ilk defa görmüş gibi yayınlayıp duruyorlar. Delil aynı delil, hukuk aynı hukuk aşağı-yukarı. Bizimkiler, hayırsever elemanı kazâen birkaç ay hapiste tuttuktan sonra izzet ü ikbâl ile tahliye edip, galiba paralarının faizini bile takdim etmişlerdi. Elin Bharara’sı, bizimkilerin suç unsuru bulmadığı delillerde ne buldu acaba? Üç yıl önce bu davaya bakan hâkimlerimiz şüphesiz mesleki bir otokritik yapıyorlardır! Eminim yapıyorlardır!
Yormayım sizi; 27 Mayıs 1960’da bir kısım Türk subayı, devletin tankı, steni, jipi, benzini ve Mehmetçiğini kullanarak anayasal düzeni yıktı. ‘ilgâ’ etti; bununla da kalmadı aynı anayasaya göre seçilip kurulmuş meşru bir hükümeti de devirip kabineyi ve meclis grubunu da hapse attı.
Olabilir diyorsunuz, oldu zaten ama başka bir şey daha oldu: Askerlerin eylemi, yırtıp attıkları anayasaya göre suçtu ve cezası idamdı. Bu anayasa defalarca yazdığım gibi Atatürk’ün devlet tasavvurunu yazıya geçiren 1924 Anayasası idi.
Askerler, M. Kemal Paşa’nın en mühim siyasi mirasını çiğnediler. Gerçi DP yönetimi de aynı anayasanın ruhunu tâciz eden bazı eylemlerde bulunmuştu; günümüz şartlarını kısmen hatırlatan despotik uygulamaları yok değildi ama küçük bir ayrıntı: Bu eylemleri dahi aynı anayasanın çerçevesindeydi. Onlar sadece Atatürk ve İsmet Paşa idaresinin kullandığı yetkileri kullanmaya cür’et ettiler ve bedelini canlarıyla ödediler.
Anayasa ihlâli, anayasa hukuku açısından ilginç bir fenomendir Türk hukuk geleneğinde. Eğer anayasayı ihlâl suçunda başarılı olursanız o ihlâl sayılmaz ve yeni bir hukuk düzlemine geçilir. Nitekim Yassıada mahkemesi darbecilere, ‘Kardeşim, tamam bu DP’liler anayasayı kısmen ihlâl ettiler ama siz suyunu çıkardınız. Sizin de aynı ihlâl cürmünden yargılanmanız gerekir.’ diyemedi, sadece DP’lilere ‘Sizi buraya tıkan böyle istiyor.’ diye sırıtmakla yetindi. Kelebeğin kanatları güçlüydü; hukukun ördüğü ağı parçalayıp kendi hukuklarını kurdular. Önce darbeci takımının aldığı kararların anayasa hükmünde olduğunu belirten geçici bir ara dönem hukuku yaptılar; ardından da hiç tartışmasız 1924’dekinden daha demokratik ve hürriyetçi bir anayasa yaptırdılar.
Bugünlerde 1982 anayasası sistematik bir cür’etle ve bir darbeli matkap ritmiyle ihlâl ediliyor. Cür’etin şâhika noktasına vardığı an, son AKP kongresinde divan başkanlığı yapan Adalet Bakanı’nın ağzından çıkan o cümledir: “Tayyib’in partisi!” Bir sürç-i lisân değil, bilakis açık ve samimi bir irâde beyanı; bu beyan 1982 Anayasası’na göre açık ihlâldir ve bu cürmü ancak yeni bir anayasa ortadan kaldırabilir. Başkanlığın birinci öncelik olmasının sebebi de bu zaten.
Yine küçük bir not: 12 Eylül darbesini izleyen günlerde AYM üyeleri, varlık sebeplerini teşkil eden 1960 Anayasası’nın yine darbeciler tarafından canına okunduğunu bile bile cunta yöneticilerini ziyaret edip bağlılık ve saygılarını sunmuşlardı. Olmayan bir anayasanın AYM üyeleri!
Sadede gelelim: Anayasa hukuku bizi bozuyor ve sadece güce perestişi algılayan hukuk kavrayışımıza birkaç numara ince geliyor. Yazının başlığı espri filan değil; 27 mayıs tarihi 80 darbesine kadar anayasa ve hürriyet bayramı olarak kutlanmıştır bu ülkede!