121 yıldır dolmayan anayasal çilemiz

Türkiye'de anayasa hareketlerinin hikayesi hayli dramatiktir. Öyle görülüyor ki kısacık anayasa tarihimizin dramatik kaderi henüz çilesini doldurmamış.

Milli Mücadele'yi başlatan Meclis, meşruiyetini 1876 tarihinde kabul edilen ilk Osmanlı anayasası "Kanun-ı Esasi"den alıyordu, çünkü Osmanlı Meclis-i Mebusanı 18 Mart 1920 tarihinde son oturumunu yapmış ve işgal altındaki İstanbul'da çalışamayacağı gerekçesiyle kendini feshetmişti. 23 Nisan 1920'de Ankara'da toplanan Meclis, kanunen Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nın Ankara'da içtima etmiş şekli idi. TBMM, bir ihtilal hükümeti olarak kendi hususiyetini 20 Ocak 1921 tarihinde Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nu kabul etmek suretiyle anayasal bir metne aksettirdi. Yeni devletin anayasası 20 Nisan 1924'te kabul edildi ve aynı isimle, "Teşkilat-ı Esasiye Kanunu" olarak anıldı.

1876 Kanun-ı Esasi'si, aradaki 32 yıllık "askı" devri de hesaba katılırsa tam 45 sene yürürlükte kaldı. Askı devri müddetince II. Abdülhamid her yıl neşredilen Devlet Salnamesi'nin başında yer alan anayasa metnini itina ile muhafaza etti. 1924 Anayasası 36 yıl hükümran oldu. Bu anayasa, CHP'nin tek partili yönetim zamanında daima iktidarda kalacağı hesabıyla tanzim edilmiş bir metindi ve esasında fiili ömrü, 14 Mayıs 1950 tarihinde Demokrat Parti'nin seçimleri ezici bir çoğunlukla kazanmasıyla bitmişti. CHP'nin 26 yıl boyunca kullandığı yetkileri DP'nin sadece 10 yıl kullanması, 27 Mayıs 1960 ihtilalinin başlıca sebebi olsa gerektir. Yönetime müdahale eden Milli Birlik Komitesi, bu fikri teyid edercesine DP'yi derhal kapatmış ve mensuplarını takibat altına almış olmasına rağmen CHP'nin iktidar yolundaki engellerini bertaraf etmekle kendisini adeta vazifeli hissetmişti. 1961 yılında yapılan yeni anayasa, 1924 Anayasası'nı fiilen tağyir, tebdil ve ilga ediyordu. Oysaki bu anayasa Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın yönetim anlayışını aksettiriyordu. Atatürk'ün ilkelerine sahip çıkmakta son derece titizlik gösteren çevrelerin, en azından onun hatırasını taşıyan 1924 Anayasası'na karşı hiçbir vefa göstermemesi çok dikkat çekicidir.

1961 Anayasası 19 yıl yürürlükte kaldı. 12 Eylül 1980 tarihinde yine bir darbe ile fiilen tağyir, tebdil ve ilga edildi. Halen cari olan anayasamız 7 Kasım 1982 tarihinde kabul edildiği hesaba katılırsa bugün tam 15 yaşındadır.

1876 yılından beri askıda kaldığı ve ara rejim şartlarına tabi kaldığı süreler de dahil olmak üzere tam 121 senelik bir "anayasalı siyasi nizam"a sahibiz. Bu müddet zarfında lafzı ve ruhu ile bu anayasaların "en üst kanun" olarak itibar gördüğü zamanın miktarı, doğrusu 121 yıllık kıdemle hiç de mütenasip değildir.

Bu günlerde hararetle tartışılan "gizli anayasa" meselesi, bizde anayasa hareketlerinin dramatik kaderinde yeni bir sayfa teşkil etmesi bir yana, medeni ve demokrat dünyanın kabul ettiği hukukun üstünlüğüne dayanan anayasal nizam içtihadında yeni bir çığır açacak gibi görünüyor. Yürürlükteki anayasayı vitrinde tutmak kaydıyla, adı ne olursa olsun devlete şekil ve istikamet veren bir başka vesikanın muteber kabul edilmesi, doğrusu doktrinde bugüne kadar menendine tesadüf edilmeyen bir fiili durumdur ve bu babda anayasa hukukçularımızın daha esaslı mülahazalar serdetmesi beklenir. Malumdur ki bizde anayasa uleması özellikle anayasanın tağyir, tebdil ve ilga tehlikesine maruz kaldığı dönemlerde akademik cübbelerine bürünerek ilmi tavır almaktan çekinmeyen bir şecaat geleneğini meslek edinmişlerdir.

Başımıza gelenlerin hukuk doktrininde yeri yok; ama siyaset literatürü, iktidarı tasarruf etmek amacıyla birbiriyle mücadele eden grup ve zümrelerin ezeli hikayesi ile lebaleb. Olup bitenin pratikte taşıdığı mana, "ölümü gösterip sıtmaya razı etmek" gibi de okunabilir. 1982 Anayasası'nı şöyle esaslı bir ilmi tenkide tabi tutmaya zaman bulamadan onu müdafaa pozisyonuna düşmek, bize mahsus bir garabet olsa gerek.

Bana göre içinde yaşadığımız zamanı doğru okumak anlamına gelen "çağdaşlık", bırakınız gizli anayasaları, vaktiyle kahir ekseriyetlerle halkın tasvibini kazanmış meşru anayasaların bile "hukukun üstünlüğü", "yargı bağımsızlığı", "serbest seçimler", "yönetimde şeffaflık", "temel hak ve hürriyetler" gibi esas rükünlerden geri dönülemeyeceğini öngörüyor. Devletin gizlenmesi gereken jeopolitik stratejileri olur; bu anlaşılır bir şeydir; ama bize anayasa hukuku derslerinde "gizli anayasa hukuku" öğretmediler. Şimdi biz susalım da Mülkiye'deki hocalarımız konuşsun; merakla bekliyoruz.

Not: Cumhuriyet Üniversitesi Kampusü'nde bulunan caminin genişletme inşaatına destek için, dışarıları mesken tutmuş Sivaslı hemşehrilerimizden asgari bir torba çimento alacak kadar tutarı Vakıfbank Sivas Şubesi'nde açılan 2004599 numaralı hesaba havale etmelerini bekliyoruz. Bilvesile cümlesine selam olsun.


Kaynak (Arşiv)