'Yandaş' ecdâdınızdır!

Evvelâ üslûp meselesi: "Önce bunu bil. Eğer benim mali sicilim temizdir diyorsan, eğer yüreğin varsa, senin yandaş televizyon kanallarından birinde karşıma çık. Ben sana, senin mali sicilini açıklayacağım... Yine söylüyorum. Senin yandaş televizyon kanallarından birisinde gel ben AKP'nin kimlerle nasıl büyük götürdüğünü belge belge önüne koyacağım."

Yeni moda reklâm metni yazarlarının dilini eşek arısı soksun; insanlara ikinci tekil şahıs sigâsıyla hitab etmek kabalığını onlar icad ettiler. "Hey sen, var mısın... şöyle yap, böyle yap!" Tüketiciler ise, "İşte yıllardan beri özlediğim ses" diye düşünmüş olmalılar ki, kendilerine kabaca "Sen" diyen bu hitap şeklini cezalandırmadılar. Aynı edâ bugün anamuhalefet liderinin ağzında pazar tezgâhtarlarının bıçkın, gereğinden fazla samimiyet sızdıran, senli-benli hitâba dönüştü.

-Gel abla gel, taş gibi domates bunlar; beğenmezsen para yok!

CHP'liler eskiden en azından kibar insanlardı; üslûpta şeklen de olsa nezâhet ararlar, tulumbacı ağzıyla rakiplerine sataşmaya tevessül etmezlerdi. İşte Ecevit, Erdal İnönü, Murat Karayalçın, hatta Baykal. Sayın Kılıçdaroğlu'na bu akılları kim veriyorsa yanlış yapıyor. Halka tercüman olmak, reklâm yazarı ağzıyla konuşmak mıdır?

Gelelim, "Yandaş televizyon kanalları" meselesine; bu ülkeye "Majestelerinin matbuâtı" kavramını getiren partinin şimdiki emânetçisine ne de güzel yakışıyor! Bu hikâye Şeyh Sait İsyanı vesile kılınarak "bilumum muhaliflerin" canından bezdirilmesi ile başlar. İşte Takrir-i Sükûn Kanunu'nun rûhunu özetleyen ibâre: "... bilumum teşkilat ve tahrikat ve teşvikat ve teşebbüsat ve neşriyatı, hükümet, reisicumhurun tasdiki ile, re'sen ve idareten men'e mezundur. İşbu ef'al erbâbını hükümet İstiklâl Mahkemesi'ne tevdi edebilir." Anladınız siz onu!..

Bu kanuna dayanılarak ilk 6 ay içinde tam 15 gazete kapatıldı ve bu 15 gazetenin içinde -tesadüf bu ya!- hiç "yandaş gazete" yoktu. Hepsi de muhalifti. O günlerde ayakta kalabilen gazeteler, hükümet politikalarını bağıra-çağıra desteklemenin bedelini, uygun kâğıt tahsisleri, münâsip krediler veya doğrudan patronların CHF grubunda mebus olması gibi ödüllerle almaktaydılar. Cumhuriyet Türkiyesi'nde sansür uygulaması, en feyyaz, en münbit, en şâşaalı (!) dönemini CHP'li yıllarında idrak etmiştir: Atatürk döneminde 130 küsur gazete, dergi ve kitap yasaklanmıştı; İnönü zamanında rakam 108'dir. DP iktidara geçince rakam yine artıyor: 161. (M. Armağan, Zaman-3 Ekim 2010 tarihli köşe yazısından)

Türkiye'de canı isteyen "Yandaş basın" lâfını edebilir; bir parti ve onun ardılları müstesnâ! Bildiniz: CHP. Kaldı ki Kılıçdaroğlu, partisinin tarihi böyle şaibeli olmasa da yandaş sözünden sakınmak durumunda; özellikle kendini CHP genel başkanlığına sürükleyen süreçte CHP'li basının ve bürokrasinin gayret ve himmetleri o kadar âşikâr iken... Basının neredeyse yarısına kötü imâlarla dirsek çakacağına, o gazetelerin hitab ettiği kitlenin gönlünü almaya bakmalıdır Sayın Kılıçdaroğlu; yoksa iktidar zehî hayâl-i muhâl, zehî tasavvur-ı bâtıl bir ihtimâldir. Anladınız siz onu!..

CHP lideri, galiba yaklaşan kurultayın heyecanıyla, esasen ne türlü bir değerler silsilesine yaslandığını bilemediğimiz liderlik vasıflarını şüpheli hale sokmakta. Hükümetin ve başbakanın yolsuzluklarını "Belge belge" bildiği halde açıklamak için bircanlı TV programı talebinde ısrar etmesi, CHP'liler arasında bile gülüşmelere, alaylara sebep oluyor.

Hukukun en eski kaidesi, "Beyyine külfeti müddeiye aittir", başka bir ifadeyle "Müddei iddiasını isbatla mükellef", sizin anlayacağınız dille, "İtham ediyorsan delil göstermelisin!" Kılıçdaroğlu, medeni hukuka yeni bir ufuk (!) getiriyor; "Sana şöyle-böyle diyorlar; öyle olmadığını isbat et!"

Tünelin karanlığında ışığı bekleyen CHP'liler; gördüğünüz ışık, üzerinize doğru gelmekte olan lokomotifin projektörü olabilir; söylemiş olayım!


Kaynak (Arşiv)