Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Farklılık, doğru okunduğunda zenginliği işaret eder. Farklı olmak için ders çalışmaya, ev ödevi yapmaya ihtiyacımız yok, zaten farklıyız; ama farklılık mutlaka kutuplaşmak anlamına da gelmez. Kutuplaşmak tedirgin edici, itici, gerginlik yaratıcı bir olgu; insanları niçin kabaca "biz ve onlar" diye iki kutup halinde safa geçirmeden rahat edemezler?

"İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitle" Cumhuriyet'in büyük rüyasıydı; abartılı bir tahayyüldü bu. Şu kadar milyon insanı çiğköfte yoğurur gibi halhamur etmek, toplum mühendisliği bakımından iştah kabartıcı bir proje; ama gerçekçi değil; biz insanlar farklıyız ve farklılıklarımızı koruyarak bir arada, yan yana yaşamak en tabii hakkımız. Standartlara uygun nitelikleri haiz bir toplum inşa edemeyince hesabı hemen kutuplaşmaya çevirmenin saygı duyulacak bir tarafı yok. Ne var ki birilerinin niyeti, yaptıklarının saygı duyulur bir iş olup olmadığına aldırmadan toplumda kutuplaşma yoluyla gerginlik yaratmak. Vaktiyle sağ-sol kutuplaşması vardı; Türkiye sokak sokak, mahalle mahalle, kapı kapı kutuplaştı; binlerce insanın kanı aktı. Bugün aklı başında iki insan, felsefe itibariyle siyasi yelpazenin sağında veya solunda yer aldıklarını önemsemeksizin konuşabiliyor, hatta eski günlerin dehşet ve gerginlik dolu atmosferini hatırlayıp "Ne cahilmişiz, bizi bu oyuna nasıl getirdiler, kim getirdi?" diye otokritik yapabiliyorlar. Sağ-sol polaritesi eskiyince yeni zıtlıklar peyda etmek zarureti hasıl oldu; Türk-Kürt gerilimine takriben on yılımızı verdik, takriben on yıl ve binlerce can. Şu gerginlik hiç yaşanmamış olsaydı bedavadan ne kadar sosyal ivme kazanmış olacağımızı hesap edebilir misiniz? Şimdi bir başka kutuplaşma tertibinin içinde mıknatıslanma sürecini yaşıyoruz; "laik-antilaik"miş; bakalım bu tezgah millete kaça mal olacak?

Öyle bir haldeyiz ki, "yahu yoktur böyle bir kutuplaşma, siz bu kavramları bilmeden kullanıyorsunuz" diyecek olsanız hemen Türkiye'nin temeline dinamit koyan ciddi bir tehlikeyi hafifsemekle suçlanmanız kesindir; oysaki 60'lı yıllardan sonraki siyasi görgümüz sağ-sol gibi, Kürt-Türk gibi laik-antilaik kutuplaşmasının da aslında varlık bulmadığını gösteriyor; kimsenin aldırdığı yok; ama bir kere daha tekrar edelim; sokaktaki sıradan vatandaş, okumuş-yazmış insanların teşekkül ettirdiği devlete göre fıtraten daha laik davranıyor ve düşünüyor. Laikliğin en büyük ihlalcisi kamu sektörü; ama dinletemiyorsunuz. Çünkü kamu aklı, yönetici akıl denilen şey, epeydir ortalıkta görünmüyor.

Kutuplaşmanın yarattığı tedhiş ortamı olmalı ki insanlar şimşekten ürken koyunlar gibi kendilerine en yakın melce'ye sığınabilsinler; şimşekler gürlemeli ki insanlar sakin kafayla oturup düşünme ve değerlendirme zamanı bulamasınlar, insanların korkudan ödü yarılmalı ki birbirinin sıcaklığına sokulup müşterek "düşman" karşısında safları sıklaştırabilsinler. Gergin bekleyişler, ürkütücü ajitasyonlar vuku bulmalı ki birileri "vurun kahpeye" nidasıyla kitleleri kolayca kolektif linçlerin kuru kalabalığı halinde birbirinin kanına ekmek doğratabilsin. İnsanlar kendilerini korku sığınaklarında güvende hissetmeli ki yukardakilerin "ne idüğü" hakkında fikir yürütemesinler.

Görmüyor musunuz, yönetici cihaz açısından en ucuz ve en kolay idare etme şekli, insanları korkularından yakalayarak düşünemez hale getirmek; ondan sonra hükmet hükmedebildiğin kadar. Soru sormaya yelteneni, "Şu nazik zamanda sorulacak soru mu bu, yoksa sen de mi onlardansın?" tedhişiyle sindirmenin kolaylığını fark etmiyor musunuz?

İşte bütün mesele bundan ibaret; o karmaşık, girift, yapışkan ve vıcık vıcık gibi görünen patırtının ardında bu kadar sade ve anlaşılır bir hesap yatıyor. Bize yeniden "seç safını" ihtarında bulunuyorlar, "fırtına çıkacak; açıkta kalma, ya bizden ol ya onlardan". O lafı ne kadar severdi bizim kuşak; "ya bizden ol ya onlardan" sonra bilgiç bilgiç ilave ederdik: "Bitaraf olmak, bertaraf olmaktır, bilmiyor musunuz?"

Hangi taraftan olursak olalım, neticede "bertaraf" olacağımız kesin; farklılığa evet, kutuplaşmaya hayır!