Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

uphesiz bilen coktur; ama yaz mevsiminin "merkez muhacim" zamanlarini yasadigimiz su eyyamda, Turkiye'nin pek cok yerine soba ateslerinin harildadigini ogrenmek benim icin cok sasirticiydi. Meshur Zigana Tuneli'ne Gumushane istikametinden girdiginizde ardimizda piril piril, berrak ve sicak bir yaz gunu biraktigimizi nereden bilebilirdik? Dogu Karadeniz daglarinin zirvesini topu topu bir kilometrelik bir karayolu tuneliyle gectikten sonra aniden farkli bir iklime, baska bir 'aleme' dustuk. Tunelin obur ucunda isik degil, butun boyutlari birbirine yapistiran yogun sis bulduk. On metreden ziyade gorus imkani vermeyen bu "alcaklara inmis bulut"un tasidigi rutubet yuzunden birkac dakika sonra sileceklere is dustu. Yagmur da degil, Necip Fazil'in, "Bu yagmur, bu yagmur bu kildan ince" diye tavsif ettigi, havaya muhayyer pus tanecikleriyle asili gibi duran bir nem puskurtusuydu bu.

Durakladigimiz ilk Zigana lokantasinin onunde kizarmis et kokusunu mese komuru isine bulayarak savuran 'hosgeldiniz' havasi, icerde bizi surprizin buyugu ile bas basa birakiverdi. Dokme demir govdeli koca soba, bogazina kadar nar gibi harildayarak keyifle kozlerini citirdatiyordu. Uzun kis gecelerinden mudevver bir aliskanlikla hemen etrafinda halka oluverdik ve bizim yaz gezmesine ciktigimizi zanneden yakin akrabalari inandirmak icin durumu 'maaile' fotografla vesikalandirdik.

Halbuki daha bir saat once Gumushane Valisi Sayin Mustafa Cetin'in nazik ikaziyla ziyaret etmek firsatini buldugumuz Karaca magarasinin derin intibalari ile bas basaydik. "Gumushane-Trabzon yolunun hemen cikisinda" diye tarif edilen magaranin yoldan takriben bes yuz metre yuksekte, kartal yuvasi gibi mustahkem bir mevkide bulundugunu elbette tahmin edemezdik. Bozkirin aheste kavis ve yukseltilerine aliskin bizler icin neredeyse Everest'i hatirlatan yalcin ve dik yollari jeeple tirmanirken hayli "tecdid-i iman" ettikse de sarp yokusun sagina soluna serpistirilmis-ustelik oldukca bakimli koy ve mezra yerlesimleri, bize durumun aslinda ne kadar tabii oldugunu hatirlatti; derken jeoloji ilminin standartlarina gore hayli genc bir olusum teskil eden -tahminen 36 bin yasinda- Karaca magarasinin derununa girince urkuntumuz hayret ve hayranlikla yer degistirdi. Denizden neredeyse iki bin metre yukseklikte, hircin dalgalarin oydugu devasa bir tas kitlesinin kisaltilmis tarihini dinlerken insan, "nasil yani?" itirazinda bulunmadan edemiyor. Magarayi burada tasvir etmenin imkani yok. Sadece su kadarini hissettirmek mumkun: Yogun ziyaretci trafigi yuzunden icerde gonlun cektigince kalip, kirecli sularin binlerce yilda doktugu kalker dantelalarini uzun uzun seyretmeye firsat olmuyor. Karaca magarasi, siradan dikkatlere sahip siradan insanlari bile filozofiye sevk eden, 'derin' bir guzellige sahip. Rehber de oyle soyledi: Birkac gun once Trabzonlu bir haci amcayi tam uc saat magarada kaldiktan sonra zorla cikmaya ikna edebilmisler. Buralara yol ugratip da Karaca magarasini gormeden gecmek olmaz.

Ozneye "Turkiye"yi koymadan dogru-durust cumle kuramayan onca siyasi tahlil erbabinin Turkiye gorgusu soyle inceden sigaya cekilse yeridir. Cografi farkliligin derununda yasayan beseri doku hakkindaki bilgimiz cogunlukla satihtan oteye varamiyor. "Baska Turkiye yok" sozu, siyasi aidiyetimizi cerceveliyor; ama Turkiye'nin derununda taninmayi, bilinmeyi ve empatik hassalar vasitasiyla aynilesilmeyi bekleyen daha nice Turkiyeler gizli. Medya araciligi ile memleket gorgusu edinmenin batil bir tarafi var.

'Cilekes' bir kamyon soforunun biz okur-yazar takimindan daha ziyade ve sahih bir memleket bilgisine sahip oldugunu fark etmek oldukca uzucu; hakikat su ki medyanin zihinlerde standartlastirdigi "yaz" kavrami bile, ic ice gecmis farkli tabakalarin zenginligini sergiliyor; olsun, bunu fark etmek de bir kazanctir.