Tarih felsefesinin dibi!

Anafikri baştan söyleyeyim: Tarihle ilgilenmek moral bozar, insanı kötümser yapar, daha iyi bir gelecek konusunda ümidini kırar.

Tarih bir bilim dalı mıdır, yoksa disiplin mi; tartışmıyorum. Tarih, hepimizin ortak hikâyesidir. Tarih okumanın, aile büyüklerinden birine, ‘Dedemin babası kimdi, nasıl biriydi; on göbek önceki ecdâdım kimlerdi, ne yaptılar?' diye sormaktan farkı yoktur. Geçmişimizi merak ederiz, bu normal; bize anlatılandan sadece hoşumuza gideni seçeriz; bu anormal. Anormal olan kural haline gelmiştir. Her ülke, minimini yavrularına, en vatansever kalemler tarafından yazılmış milli tarihlerini okutur ki büyürken özgüvenleri de artsın, dedeleriyle gurur duysunlar. Çocuklarımıza korkutucu, kanlı, şuuraltını yaralayan vahşi hikâyeler anlatmayız onlar uyurken; güzel şeyler, kahraman prensler, iyi kalpli keloğlan, âdil padişah, fukara fakat iyi kalpli genç kızların hikâyesini anlatırız. Milli tarih öyledir. Seçilmiş olaylar dizisidir, sterilize edilmiş, kötü hâtıralardan arındırılmıştır. Bu haliyle çocuk ruhiyatına fevkalâde uygundur fakat minik bir kusurla mâlul: Gerçeğin sadece küçük bir kısmını, pis, kötü ve kanlı ayrıntılardan ayıklayarak çerçeveliyor.

Tarihle ilgilenmeyin; bedbaht olursunuz. Eğer yeterince okuyup bütün tarihi olayları saydam birer olgu halinde üst üste yapıştırarak tamamı hakkında genel bir fikir edinmeye kalkışırsanız (ki üç aşağı beş yukarı böylece ‘tarih felsefesi' yapmış oluyorsunuz), ufak-tefek istisnâları dışında şöyle bir tabloyla karşılaşacaksınız:

Ekseri itibarıyla insan zalim ve cahildir; nankördür, bencildir, korku içindedir. Ömrü boyunca güvenlik endişesiyle yaşamaya programlıdır. Kendine benzeyen diğer organizmalarla kıyaslandığında acınacak derecede zayıf ve korunmasızdır. Birkaç derecelik ısı kaybıyla bile ölebilir, daima bakıma muhtaçtır. O yüzden topluluk sıcaklığına yakın yaşamak ister.

Din, insan cinsinin vahim kusur ve saplantılarını tedavi edebilecek en ümitvar çağrıdır. İnsanlara der ki, ‘Birbirini sev, tehdid etme, ekmeğini bölüş, bencilliği bırak; hasta, zayıf ve yaşlıları kolla, incitme, kırma, saldırma, sabret, güzel bir istikbâle inan'

Tarih bize der ki; insanlar ‘din'den hoşlanırlar fakat şuuraltından gelen vahşetin çağrısını hissettiklerinde yine bildiklerini yaparlar. Mesela korunma içgüdüsüyle birbirlerine yakınlaşıp örgütlenerek ‘devlet' haline gelir ve sonra kamu güvenliği hiç bozulmasın diye onu kutsarlar; öyle ki kendi elleriyle kurdukları devlet yapılarına, ilâhi nitelikler atfederler: Hayy, Kayyum, Rezzak, Ganî, Rahîm, Ebed, Kuddûs, Cebbar, Melîk, Kahhar, Vehhâb, Muiz, Hakem, Adl, Hasîb, Mucîb, Vâcîd, Samed, Müntakîym, Malik'ül Mülk gibi sıfatlar, devletin imaj ve fonksiyonlarıyla örtüşür.

Devletler çok hoştur; tarih boyunca geçimsiz şehzâdeler gibi birbirleriyle dövüşür ve tebânın (reâya, kul veya vatandaş, farketmiyor) kanını ‘oluk oluk' akıtırlar. Ölenlerin yakınlarına biraz para (ganâim) verip, ‘O, ulvî bir dâvâ yolunda öldü; onunla gururlan ve sakın üzülme' derler.

Aklı başında insanların, ‘Devlet kurumu da bir gün uslanır' yollu tahminleri fena halde cılkı çıkmıştır. Hammurabi veya Ramses'ten bu yana bütün devletler birbirinde gözü olan ırz ve mal düşkünü kötü komşular gibi davranır, fırsat bulunca birbirine çöker ve bunun için deli gibi insanların parasını harcarlar. İnsanlar da buna bayılır.

Dünya tarihinde sulh ve selâmet zamanları hesaplamaya değmeyecek kadar az ve istisnâidir. Birbirinin kanını dökmek, tarihin başından bu yana tekrar edegelen en anlamlı beşerî eylemdir.

Onun için siz yine milli tarihle yetinin; iyi bir yatıştırıcıdır.


Kaynak (Arşiv)