Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Geçenlerde rafları tanzim ederken "Aravani" isimli bir albümle karşılaştım. Üzerinde "Birol Topaloğlu" ismi yazıyordu. Eserlerin hepsine tekrar be tekrar kulak kesildim.

"Boşu olmayan" bir albümdü. Hele, "Ahmedum, oy ana" isimli parça bir başka güzeldi, sadece güzel değil çok güzel bir ağıttı.

Bundan on beş sene kadar önce Türkiye'nin en yüksek dağlarını konu edinen bir belgesel filmin çekim çalışmalarına katılmak için TRT ekibi ile Karadeniz'e gitmiştik. Hayalimdeki işti bu; belgesel filmi çekerken metnini an be an, gün be gün kaleme almak. Konu dağlardı ama orada neyle karşılaşacağımızı, ne göreceğimizi bilmediğimiz için belgeselin yöneticisi Recep Vidin'i böyle bir usul takip etmenin daha iyi olacağı konusunda ikna etmiştim. Karadeniz'le ilk temasım böyle oldu. Beş gün boyunca iklimi, insanı, tabiatı, yerleşim yerleri ve dağları ile -ne kadar mümkün olabilirse- Karadeniz'e ve Karadeniz'in ruhuna dokunmaya çalıştım. Satıhta kalmaya mecbur ve mahkum bir temastı bu ama hiç yoktan iyiydi. Daha sonraları müteaddid kereler Trabzon merkezli Karadeniz seyahatlerim oldu; o seyahatlerden zihnimde kalan en güzel anlar, Karadeniz'e mahsus o özel yeşil dokunun, sahilden ağır ağır yükselen sis bulutuyla örtülürken olağanüstü görüntülere sahne olmasıydı. Orta Anadolu'nun kıraç, ağaçsız ve yeşilsiz tabiatının yeknesaklığına alışkın olanlar için Karadeniz, cennetin yeryüzüne aksetmiş gölgesi gibi görünür. Bölgeye mahsus sarp yamaçlara dağılmış evlerin, o yeşil senfonisi içindeki ahengi ise takvimlere basılacak türden güzel görüntüler verir. İşe yeni başlamış amatör fotoğrafçıların bile Karadeniz'den çok güzel karelerle dönmeleri, onların acemi şansından değil, Karadeniz'in güzelliğindendir. Yeri gelmişken Karadeniz'in tabii dokusunu ve güzelliğini tamamlayan en büyük fiziki unsurun, yöreye mahsus eski mimarlık ürünleri olduğunu hatırlatmak gerekir. Sahil şeridini berbad eden betondan mamul çirkin yapıların yaylalara doğru tırmanma eğilimi göstermesi çok berbat bir gelişme. Fırtına Deresi'ne baraj yapılmasını haklı olarak protesto eden Karadenizliler, Karadeniz'e mahsus tarihi yerleşme tarzının da tabiat kadar tabii olduğunu kabul etmeliler.

Söz sahnına Karadeniz'den girmemin sebebi var; geçenlerde müzik kayıtlarına tahsis ettiğimiz rafları tanzim ederken "Aravani"(*) isimli bir albümle karşılaştım. Üzerindeki "Birol Topaloğlu" ismi bana tanıdık gelmedi. "Kim almış, nereden buraya gelmiş" diye düşünürken müzik danışmanım duruma el koydu. Albüm ona aitmiş. "Laz havalarıdır, dinlenmez bunlar." diye geçmek taraftarıydım; danışmanım, "Senin bileceğin iş ama ben senin yerinde olsam, içindeki 'Ahmedum, oy ana' isimli eseri dinlerdim; çok güzel bir parça" diye ikaz etti.

"Ahmedum", sadece güzel değil çok güzel bir ağıttı; üst üste sekiz-on defa dinledikten sonra "kimbilir öteki eserler nasıldır?" merakıyla "Aravani" albümündeki eserlerin hepsine tekrar be tekrar kulak kesildim. "Boşu olmayan" bir albümdü "Aravani", yani içindeki parçaların hepsi de albüme ismini verecek kadar güzeldi.

Bir kısmının sözleri Türkçe değildi; belki Lazca, belki Gürcüce, belki Rumcaydı, ayırt edemedim ama ne fark ederdi ki; suyun sesi her yerde aynı değil midir; rüzgârın, denizin, ayrılığın, acının, neşenin sesi de öyle olmak gerektir. Karadeniz'in sesi, hangi dili terennüm ederse etsin hemen tanınacak kadar kendine mahsus ve netice itibariyle "bizden" bir terennümdür. Bozkırla denizi, yaylayla limanı, kırlıklarla şehirleri, doğuyla batıyı aynı tesbihin ipine dizen ve birbirinin hâlinden, hissiyatından haberdâr ve âşinâ eden bir kimyâ vardır bunlarda.

Dinlerken fark ettim ki içimdeki Karadeniz'den eksik kalan şeyler bu havalarla birer birer tamamlanmakta ve yerli yerine oturmaktadır. Ucu beyaz sislere boğulup kaybolmuş yeşil çay bahçelerinin derinliklerinden duyulan tulum sesi işte bu havadadır. Denizden gelen rüzgârın yükseklerdeki gürgen dallarını kımıldatırken üflediği nağme işte böyle bir şeydir.

İçimde saklı duran ve hiçbir filme aktarılmamış Karadeniz belgeselinin müziği budur.

(*) Aravani, Kalan müzik yapımı; Birol Topaloğlu'nun "Lazeburi" ve "Lazuri Birabape-Heyamo" isimli albümleri de aynı firma tarafından yayınlanmış.

AKLINIZDA BULUNSUN:

KAPLANIN SIRTINDAKİ FİLOZOF VE SENAİL ÖZKAN

Ünlü Alman filozofu Friedrich Nietzsche'yi ismen bütün okur-yazarlar tanır, en meşhur eserinin "Böyle Buyurdu Zerdüşt" ismini taşıdığını bilir ama felsefenin çetin cevizini kırıp içindeki acı meyvenin derununda güzellikler aramak, Türkiye'de pek az kişi için hayatının en mânidar faaliyeti olmuştur. Birkaç hafta önce Nietzsche hakkında önemli bir kitap yayınlandı; bu, kültür ve düşünce dünyamız için güzel bir haber. Bahsettiğim kitabın yazarı, o nâdir güzidelerden biri olan Senail Özkan'dır ve kendisiyle delikanlılık çağlarımızdan beri artıp eksilmeyen bir kardeşlik hukukumuz bulunuyor. Senail Özkan üniversite çağlarında Almanya'ya gitti ve tahminimce yirmi sene kadar orada kaldı. Her "Almancı" kesin dönüş yaptığında cebinde mark hesabı ile gelir ama Senail oradan bize ve kendisine, çoğumuz için pek kıymet ifade etmeyen bir hamûle ile geldi: Hoch Deutsch! "Yüksek seviyede Almanca" ve bu birikimini kısa zamanda düşünce dünyamızı renklendiren eserlere aktardı. Daha önce Ötüken yayınları arasında neşredilen tercüme ve te'liflerine ilaveten şu günlerde yeni ve güçlü bir eserle karşımızda şimdi: "Nietzsche: Kaplan Sırtında Felsefe." Türkiye'de felsefenin talibi ve hele okuyucusu azdır. Nietzsche'ye gelince, felsefe meraklıları arasında "Tanrı'nın ölümünü ilan eden adam" gibi ürkütücü bir şöhretle tanınmış olmasından ötürü, kaplanın sırtında varoluşun sırlarını didikleyen bu muzdarib hakkında yazılmış bir eserin satış rekorları kırmayacağından emin olabiliriz; emin olmamız gereken bir başka şey, şu günlerde kurdukları birliğe katılmak için bazılarımızın can attığı Avrupa'yı tanımanın gazete malumatı ve sinema filmlerinin arka planı ile yeterli olamayacağıdır. Nietzsche, ortalama Avrupalıyı tanımak için iyi bir başlangıç değildir çünkü o Batı medeniyetinin en radikal düşünürlerinden biri; bir zirve. Senail Özkan'ın kitabı, isminin ürkütücülüğü ve yıldırıcılığına rağmen rahat okunan, daha önemlisi kolayca anlaşabilen bir ifade kolaylığı ile talihli okuyucularının karşısına çıktı.

Yüksek şeylerden bahsedilmesini seven okuyucular için...

in olabiliriz; emin olmamız gereken bir başka şey, şu günlerde kurdukları birliğe katılmak için bazılarımızın can attığı Avrupa'yı tanımanın gazete malumatı ve sinema filmlerinin arka planı ile yeterli olamayacağıdır. Nietzsche, ortalama Avrupalıyı tanımak için iyi bir başlangıç değildir çünkü o Batı medeniyetinin en radikal düşünürlerinden biri; bir zirve. Senail Özkan'ın kitabı, isminin ürkütücülüğü ve yıldırıcılığına rağmen rahat okunan, daha önemlisi kolayca anlaşabilen bir ifade kolaylığı ile talihli okuyucularının karşısına çıktı.

Yüksek şeylerden bahsedilmesini seven okuyucular için...