Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Basit bir sualle başlayalım: Son üç seneden beri -emekli veya muvazzaf- asker kişilerin itham edildiği davalar doğrudan askerî yargı tarafından görülseydi ne olurdu?

Askerî vesayet rejiminin sürüp gitmesini savunanların, "Aah ah, işte mutluluk budur" diye göğüs geçirdikleri bir "huzur" sürüp gidiyor olacaktı. Tabii böyle bir durumda kaç olayın askerî yargıya intikal ettiği, hangilerinin soruşturmaya lâyık bulunup bulunmadığı gibi kafa karıştırıcı sorulardan da uzak kalacaktık. Basının, askerî yargı sürecine girmiş davalar hakkında bırakın haber veya yorum yapmak, hangi mahkemede hangi davanın görüldüğünü öğrenmesi bile bir takım komutanlıkların iznine tâbi olacaktı. İmrendirici bir kafa selâmeti olacaktı; müthiş bir zihnî konfor. Ne Ergenekon, ne Balyoz, ne Poyrazköy... Gazeteler, yazarlar, aydınlar, bürokratlar, kendisine suç isnad edilen asker kişiler üzerinde "suçludur, mâsumdur" diye kafa-göz yarıcı tartışmalara girmeyeceklerdi.

Hayrettir; şu olup bitenler, 1982 Anayasası ile biçimlendirilmiş askerî yargı uygulamasına rağmen bu raddelere geldi. Komisyonda tartışılan anayasa taslağının maddelerinden birine dikkatinizi çekmeliyim: "Askerî mahkemeler, asker kişilerin sadece askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri askerî davalara bakacak; aynı kişiler devlet güvenliğine, anayasa düzenine karşı suç işlerlerse dava sivil yargıda görülecek"

Günaydın, otuz senede iyi mesafe almışız doğrusu. Kendimizi tebrik edelim ve ağaçları seyretmeyi bırakıp ormana bakalım: Niçin haklarında suç isnad edilen asker kişilerin avukatları, savunmalarını, davanın askerî yargıya intikali üzerine kuruyorlar, şöyle bir düşünelim. Bağımsız yargıya hitaben, "Sen karışma, çünkü görevsizsin; müvekkilim askerî mahkemede yargılansın" talebinde bulunmanın anlamı ne?

Askerî yargı kavramına bir kere daha bakalım mı?

Bizde askerî yargı iki esas üzerine oturuyor: Askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri. Askerî yargı her yerde var ama genel kabul şekli, "disiplin mahkemesi" fonksiyonu ile sınırlı. Yapılması gereken asıl reformun istikameti açık: Askerî yargının "Disiplin mahkemesi" fonksiyonu kalacak, "Askerî mahkeme" fonksiyonu genel yargıya devredilecek. Bu kadar!

Bizde askerî mahkemeler daha işin başında "Bağımsız" olabilmek imkânından mahrum bir yapı sergiliyorlar. Askerî hâkim, askerî hiyerarşi içinde idari sicil açıdan üst komutanına bağlı; ayrıca askerî mahkemeler kanunla değil Genelkurmay'ın isteğiyle kurulup, MSB tarafından kaldırılabiliyor, subay üyeleri, komutanlık tarafından seçiliyor ve "Hiçbir yargı mensubunun katılmadığı askerî bürokratlardan ve iki siyasetçiden oluşan Yüksek Askerî Şûra'nın hukuken karşı konulamaz kararıyla emekli edilebiliyor"

Sami Selçuk da haklı olarak, "Bu koşullarda yargı görevini yerine getiren bir askerî mahkemenin, bir askerî yargıcın/ savcının bağımsız olduğu söylenebilir mi?" diyor ve meseleyi şöyle bağlıyor 1.9.2009 tarihli Star'daki yazısında: "Üniforma, adı üstünde tekbiçimliliktir. Tekbiçimlilik, kışla anlayışının zorunlu sonucudur; boyun eğmeyi gerektirir. Doğası gereği, mutlak itaati zorlar. Hukuk anlayışına kışla anlayışı üstün gelir, işin içine bir de silahlı güç girerse, elbette "Silahlar (silahlılar arasında) karşısında hukuk susa(caktı)r" (Silent leges inter arma-Cicero). O halde eğer kalacaksa askerî yargının nasıl olması gerektiği üzerinde durulmalıdır."

Org. Güner'in, "güvenilir" gazetecilere yaptığı "önemli" açıklamalar hakkında bir şeyler yazayım dedimdi güya...

  • Silahlar (silahlılar arasında) karşısında hukuk susa(caktı)r