Satranç tahtasına zar sallamak
Hakkari ve Şırnak il merkezlerinin Yüksekova ve Şırnak'a nakledilme kararı, Güneydoğu'da meselenin ne kadar zorlu boyutlara ulaştığını gösteriyor.
Üniter devlette merkezî otoritenin idarî taksimatta böyle düzenlemeler yapma yetkisi var fakat idaride devamlılık bakımından bu karar vahim soru işaretleri uyandırıyor.
Dünkü Cumhuriyet'te, geçen yılın ilk aylarında İmralı'da Öcalan'la devlet arasında yürütülen görüşmelerin tutanak özeti yayımlandı. Neler konuşulduğunun şu an itibarıyla hemen hiç önemi yok; önemli olan, ‘terör örgütü yöneticisi ile' devlet bürokratlarının bir masa etrafında oturup müzakere etmesidir. Devlet, daha doğrusu hükümet geçen yılın nisanında ani bir rota değişikliği ile görüşmelere son verdi. Haziran seçimlerinde büyük sarsıntı geçirince haziran-kasım arasında ‘Yok canım, bu kadarı olmaz' denilen şey oldu ve yeniden çatışma başladı. Böylece Kürt meselesinde devlet, Şeyh Sait Ayaklanması'ndan bu yana benimsediği ama başarılı olamadığı çatışmacı stratejiye döndü. Ne terakkî ama...
Kasım seçimlerinde muhalefetin liyakatsiz ve dağınık görüntüsünden ürken seçmenin istikrarı tercih ettiği konuşulduysa da o günden bu yana pek istikrarın sözü edilmiyor. Eğer istikrardan kastedilen 1925'teki devlet aklına dönüş ise evet, bu bir ricat istikrarıdır ve bu ‘istikrarlı' gidişatın sonunda Kürt meselesi'nin nasıl bir şekle bürüneceği konusunda kimsenin net bir fikri yok. ‘Son terörist etkisiz hale getirilinceye kadar' yaklaşımı ile bölgede ‘kamu düzeni' yeniden kurulabilir; tabii eğer mesele kamu düzeninden ibaret ise... Mesele, asayişten ötede sosyolojik boyutlar taşıyor ve dünya tarihinde devletin ‘kahhar gücü'nü kullanarak sosyolojik bir meselenin çözülebildiğine henüz kimse şahit olmadı. Hükümetin sadece Kürt meselesinde değil, sair konularda da istikrarı yok; barışçı müzakerecilikten abartılı şiddete dönüşteki hız, hepimizin başını döndürdü. Çok değil birkaç ay sonra aynı hükümetin bu defa gereğinden de fazla teslimiyetçi bir yaklaşımla barış masasını yeniden kurması kimi şaşırtır ki?
Problemi şöyle basitleştirmek mümkün belki; hükümetin âdil olamamak, siyasi kazancı ‘âdil olma'ya tercih etmek gibi temel bir sıkıntısı var. Her ne pahasına olursa olsun seçim kazanmak ve iktidarda tutunmak mecburiyeti, iktidarın en ılımlı aktörlerini bile tanınmaz derecede değiştirdi. Seçim başarısına tapınan particilik anlayışı, Türkiye'nin en kabiliyetli beyinlerini sıradan birer emir erine dönüştürdü. Son üç yılda adli sistemde yapılan radikal ve hukuktan nasipsiz değişikliklerin ne anlama geldiğini idrak etmeleri için hükümet destekçilerinin şöyle bir fantezi kurmaları yeter: Bugünkü hukuk rejimi altında, bugünün muktedirleri seçim kaybetmiş ve azlık durumuna düşmüşlerdir; aynı HSYK, aynı SC hâkimlikleri ve farklı bürokratlar... Kâbus! Ayıkla pirincin taşını; çünkü pirincin ne kadar taşlı olduğunu en iyi onlar biliyor!
Kürt meselesine yaklaşımdaki bu trajik U dönüşünün, herkesi mutlu edecek bir çözüm vaat ettiğine kim inanıyor? Böyle bir ümit yok. ‘Teröristi bire kadar kıracağım' derken sivil kayıplarına aldırış etmemek, yerleşim yerlerinde abluka uygulayarak kamu nizamı kurmak, ucunda kazanç ümidi olmayan bir hamle; bu hamlenin Türkiye Cumhuriyeti devletinin lehine sonuç getirmeyeceği net. Kürt meselesinin artık uluslararası boyutu var ve işleri bu raddeye maalesef hükümet politikaları getirdi; bugünlerde bölgeden gelen il merkezlerinin yerini değiştirme, tahribata uğrayan yerleşimleri TOKİ eliyle onarma cinsinden haberlerin mâhiyeti hakkında etraflı yorum yapmaya hâcet yok bence. Satranç tahtasına zar atılmaz; o yüzden biz daha zarlar daha havadayken kaybettik.