Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 76. Maddesi, "Soykırım ve İnsanlığa Karşı Suçlar" başlığı altında şöyle bir hüküm getiriyor:

"Bir plânın icrası suretiyle, millî, etnik, ırkî veya dinî bir grubun tamamen veya kısmen yokedilmesi maksadıyla, bu grupların üyelerine karşı aşağıdaki fiillerden birinin işlenmesi, soykırım suçunu oluşturur."

Kanun daha sonra suç sayılan fiilleri sıralıyor: "Kasten öldürme, kişilerin bedensel veya ruhsal bütünlüklerine ağır zarar verme, grubun tamamen veya kısmen yokedilmesi sonucunu doğuracak koşullarda yaşamaya zorlanması, grup içinde doğumlara engel olmaya yönelik tedbirlerin alınması, gruba ait çocukların bir başka gruba zorla nakledilmesi."

Kanun, Soykırım suçu işleyenlere, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası takdir ediyor ve soykırım kapsamında işlenen kasten öldürme ve kasten yaralama suçları açısından, belirlenen mağdur sayısınca gerçek içtima hükümleri uyguluyor.

Kanunun son iki fıkrasında, "Bu suçlardan dolayı tüzel kişiler hakkında da güvenlik tedbirine hükmolunacağı ve bu suçlardan dolayı zamanaşımı kuralının işlemeyeceği" öngörülmüş.

Önceki gün Fransa Senatosu'nda kabul edilen kanun ise şu esas itibariyle şu yaklaşımı getiriyor: "Soykırım suçunu veya insanlık ve savaş suçunu savunan, inkar eden veya kamusal alanda önemsizleştirmeye çalışan[lar], alttaki tanımlamalara dayalı cezalandırılacaktır..."

Star gazetesi güzel bir habercilik örneği verdi; dünkü nüshasında, "O yasanın tam metni"ni Türkçe'ye çevirtip yayınladı. Okuduk, atıf yapılan sair maddeler haricinde neyi murad ettikleri hakkında az-çok fikir sahibi olduk. Bir hukuk allâmesi değilim, belki de yanlış yorum çıkarıyorum fakat anladığım kadarıyla bu metin, bizim hani ezelden kulak âşinası olduğumuz, "Kanunun suç saydığı bir fiili alenen övme" müeyyidesini andırıyor; kaldı ki bu fiil bizim ceza hukukumuz kapsamında da suç olarak târif edilmiştir. İki metnin meâli arasında yakınlık var.

Biz galiba bu noktada anlamdan çok niyeti sorguluyoruz.

Velev ki Fransa, hakikaten gözünü karartıp Türkiye ve Türkler aleyhinde saçma-sapan bir kanun çıkarmaya çalışıyor; mütekabil tedbir bu mudur? Avrupa'daki gurbetçilerimizi parlamento önüne yığıp gösteri yaptırmaktan daha derin ve zekîce kurgulanmış bir karşı hamle, bir strateji geliştiremez miydik? Hukuktan anlamadığım gibi diplomasi mütebahhirem de pek matah bir şey sayılmaz ama biz galiba tam da Sarkozy'nin ve bu kanunu parlamentoya getirerek Türkiye'nin sinir uçlarıyla oynamak isteyen çevrelerin istediği şeyi yaptık: Bir- Fransa Parlamentosu'na bir nevi BM Genel Kurulu itibarı bahşettik. İki- Fransa'yı bir süper güç, Sarkozy'yi bir dünya lideri mevkiine çıkardık ve tam olarak neyi protesto ettiğini bile bilmeden bağırıp çağıran bir topluluk olduğumuz intibâını verdik. Hemen ardından -çok tekrar edilmesinden ötürü artık içimize baygınlık veren- karşı tedbirlerden bahsedilmeye başlandı: İhalelerden men, boykot, diplomatları geri çağırmak vesaire...

Tam tersine, bunlar bâriz güvensizlik alâmetleri. Bazı noktalarda hâlâ mütereddid görünen teklif sahiplerinin elini güçlendiren tepkiler veriyoruz. Telâşlı, tedirgin, hani az biraz suçluluk hissiyatı içinde davranıyoruz. Onların, bizi görmek istedikleri gibi davranıyoruz. Tepkilerimizi öngörenleri haklı çıkarıyoruz.

İkiyüze yakın üniversitemiz, pek çok enstitümüz, bilim adamımız, entelektüelimiz, hukukçumuz ve siyaset adamımız var ve bunları bir araya getirip bir "Devlet görüşü", bir resmî politika üretemedik. Konuyu tarihçilere bırakalım tezi, bir yerde siyasetsizliğimizi, ümitsizliğimizi teyid ediyor.

Bu konu hakkında son sözü tarihçilerin değil, hukukçuların ve siyaset adamlarının söyleyeceğini aklımızın bir kenarına yazalım.