Ocak, ‘kaf'la yazılır
Birkaç gün önce posta kutuma bir e-mektup düştü: Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı, Suriyeli Türkmenlere yardım kampanyası açmış.
Öyle muhtevâsı şüpheli olanlardan filan değil; giyim, gıda, ilâç türünden insânî yardım. Yurt çapındaki her ocak, elinden geldiği kadarıyla yardım malzemesi topluyor ve toplanan insani yardım malzemeleri TIR'lar aracılığıyla Hatay üzerinden Halep Türkmenlerine ulaştırılıyor. Ayrıca isteyen 1079'a ‘Türkmen' yazmak suretiyle bu güzel kampanyaya 5 TL'lik yardımla katkı sağlayabiliyor.
E-mektubun ekinde yola çıkan TIR'lardan birinin fotoğrafı vardı. Kamyonun ön yüzündeki pankartta eski yazıyla ‘Ülkü Ocakları-Türkiye” yazıyor.
Minik, minicik bir detaya gözüm takıldı pankarttaki eski Türkçe ibârede; ‘ocak' kelimesi sırayla şu harflerle yazılı: Elif-vav-cim-elif-kef!
Bilenler hemen fark edecek; ‘ocak' kelimesinin son harfi ‘kaf'tır; aynı bucak, kucak, barak, kurak kelimelerinde olduğu gibi. Eski alfabede iki ‘k' sesi var; kaf ve kef. Kef ince ‘ke' sesine denk gelir; kemâl derken, kâğıt derken, kese derken, kelâm derken ‘kef'i seslendiririz. Ocak kelimesini kef'le yazınca ‘ocek' gibi bir şey oluyor.
Minik, minicik bir ayrıntı; üstelik bir insânî yardım konvoyu söz konusu olunca pankarttaki yazılı ifadenin bir kelimesindeki harf hatâsından ötürü kimse kusura bakmaz; kezâ bunu okuyan her Türkmen harf hatasına rağmen kelimenin birkaç bin yıllık ‘ocak' olduğunu hemen fark eder, hatta üstünde bile durmaz, zira bu noktada önemli olan gönderenlerin hüsnüniyeti ve gönderilen malzemenin işe yararlılığıdır.
Ülkü Ocaklı gençleri gönülden tebrik ediyorum; insâniyet dersinden 10 numara aldılar velâkin Osmanlıca dersinde karnelerine, ‘Aman gençler dikkat; bir daha tekerrür etmesin!' notu iliştirmek zorundayım.
Yıllar önce, fakültenin ilk senesinde kendi kendime eski yazı öğrenmeye kalkışmış ve DTCF'li bir arkadaştan edindiğim rahmetli Muharrem Ergin'in kitabındaki Elifba listesine baka baka evvelâ kendi adımı yazmıştım. Hatırladıkça hâlâ gülerim. Dört harfle yazılan ‘Ahmed' kelimesindeki üç harf isabetsizdi çünkü: Elif-ha-mim-dal olması gerekirken ben, ‘ayn-güzel he-mim-te”yi seçmiştim! Bilen birinin bu harf öbeğine okuyup ‘Ahmed'i telaffuz etmesi imkânsızdı yani.
Ocak'ı kefle yazmak aynı derecede ağır bir kusur sayılmaz. Hoşgörüyle yorumlanırsa dikkat, şu anda yaptığım gibi hata affetmeyen ‘Külyutmaz hoca' tavrıyla bakılırsa bilgi eksikliğidir.
Ülkü Ocakları'yla bir gönül râbıtam var. 7-8 sene mensupları arasında bulundum, hayat hikâyemin bir bölümünde Ocak'ın hissesi ve tesiri var. Dolayısıyla aradan geçen 40 yıl zarfında fikren aynı yerde değilsem bile bu kuruluşun takdire şâyân işleri ister istemez göğsümü kabartır.
Son zamanlarda iktidara bağlı gençlik kuruluşlarında altı çizilesi bir Osmanlı hayranlığı var ki, Ülkücü gençliği bu makûleden ayrı tutuyorum: Osmanlı hayranlığı, kafada börk, bir elde kama, ötekinde pompalı tüfekle tarihî dizi seyretmek derecesinde karikatürize edilmemeli (Mübalağa değil, böyle bir fotoğraf gördüm sosyal medyada!).
Bilvesile ecdâdına hayran veya saygılı bilumum gençliğe tavsiyem, bu sevgiyi emek ve bilgiyle takviye etmelerinin şart olduğudur: Evvelâ ecdadınızın dilini ve tarihini iyi bilmek gerekiyor; bitmedi, sanatını, sosyolojisini, musikisini, bütün renkleriyle inançlarını da... Yine bitmedi, bu bilgi birikimini uzak ve yakın komşuluk ettiğimiz devlet, din ve medeniyetlerin bilgisi ile mukayese kabiliyeti edinmeden olmaz. Karşılaştırmalı tarih, tarih bilgisinin çerçevesi ve mihenk unsurudur. Neresinden baksanız, bir ömrü zar-zor sığacak derecede meşakkatli iş.
Hayranlık, -tabii eğer şart ise- ancak bu kerteden sonra başlamalı. Ben nâçizâne, hayranlık yerine gençlerimize ‘anlamak' kavramını tavsiye ederim.