O bayrak
Bu uygulama yeni olmalı. Şehit er Doğan Acar'ın evine devlet görevlileri (Haberde böyle geçiyor) önce büyük boy bir bayrak asmışlar ve birkaç gün sonra aynı ‘görevliler' eve gelip bayrağın iade edilmesini istemişler.
Anne Fatma Acar'ın yüreği burkulmuş, diyor ki, “Benim çocuğum kanını, canını verdi, hak etmedi mi bir bayrağı?”
Otuz seneden beri teröre bütçeden öyle büyük rakamlar ayırıyoruz ki, şehit başına bir bayrak hediye etmenin lâfı bile olmaz, fakat devletimiz ciddidir; belli usûl ve esaslara göre çalışır. Fatma Acar'ın evine o bayrağı teslim eden devlet görevlisi, bir talimat üzerine o emri yerine getirmiştir ve o bayrak, bir kamu kuruluşunun zimmetindedir; ‘Zimmet, Memet, Nöbet' askerlik bürokrasisinin efsâne üçlüsüdür ve meselâ ‘depocu', terhis evrakını imzalatmak için deponun –varsa- açığını icabında cebinden öder. O bayrak hangi devlet görevlisinin zimmetindeyse, konuya Fatma Hanım'ın baktığı yerden bakmaz. Emaneten şehid erin evine asılan o bayrağın depodaki yerine konulması gerekir, aksi takdirde zimmet çıkarılır ve görevli, bayrağın parasını cebinden öder. O çapta bir bayrağın devlete maliyeti bilemediniz 100 lira. Devlet şehit ailelerine bunun kat be kat fazlasını ödüyor zaten; ayrıntıdır, unutulmuştur ve görürsünüz –inşallah hiç görmeyiz; ne şehidimiz olsun ne de bayrak mesârifi!- bundan sonra Hazreti Devlet cenapları, şehit ailelerinden bir bayrağı esirgemeyecektir. ‘Kerîm devlet'tir, öyle üçe-beşe bakmaz.
Ecnebi filmlerinde o sahneyi hepimiz hatırlarız; ordu, asker cenazelerinde definden sonra tabut üzerindeki milli bayrağı merasimle katlayarak bir cam mahfazaya yerleştirip kayıp yakınına teslim eder ve oralarda kimsenin aklına iki gün sonra, “Bu bayrak bizim depoda zimmetliydi hanım teyze, kusura bakma, geri almak zorundayız” demek gelmez.
Şehit annesi Fatma Acar için o bayrak, evlâdının hatırasını yaşatan bir yadigârdı; oğlundan belki son bir emânet. O bayrağı olduğu gibi saklayıp ütüleyerek kenarı kanaviçeli bir çeyiz bohçasına koyacak ve ara sıra sandıktan çıkarıp koklayarak ağlayacaktı. Alıp götürülen bayrağın yerine atlastan dikilmiş, kenarları altın sırmalı, hani şu devletlûların makam odasındaki fiyakalı direği süsleyen cinsinden daha pahalı bir başkasını altın kutuda hediye etseniz o bayrağın yerini tutmaz.
Devletin penceresinden ise o bayrak şöyle bir anlam taşıyor: Nerede acze, beceriksizliğe veya hizmet kusuruna sebebiyet verilse, devletimiz o hizmet kusurunun üstüne kocaman bir Türk bayrağı asar. Hadiseler gösteriyor ki, halkımızın bayrağa verdiği değer ve gösterdiği hürmet, devletin verdiği önemden daha büyüktür. O yüzden nerede bir bayrak görse, sanki dini bir objeymiş gibi hürmette kusur göstermez; ucunu kaldırıp ardında neyin olduğuna bakmaya tenezzül etmez.
Ve son söz: Devlet, bayrağına sahip çıkmak, değer vermek istiyorsa, o bayrağın ardına güzel ve savunulabilir değerler koymak zorundadır; insanî değerler en başta, ardından hukuk nizâmı ve sarsılmaz bir adâlet anlayışı, ardından her ferdi dahil olmak üzere bütün vatandaşlarının hayatını gözeten, değer veren, âdil ve son kerteye kadar ölümü değil hayatı, barışı önceleyen yaşatıcı bir kamu düzeni uygulaması. Bayrak, o zaman hakiki değerini bulur işte.
Şehit yakınlarının tabutu başında yürek yanığından ötürü söylenmiş kahırlı ifadeleri suç sayıp hapishaneye göndermek devletin şânını yüceltmiyor, aksine güve gibi içten içe kemirip zayıflatıyor.
Mithat Cemal Kuntay, o mısrâı eksik bırakmış: Bayrakları bayrak yapan, ardında yücelttiği insânî değerlerdir!