Muharrem Temiz'e ve ‘Alevi hüznü'ne dair
Arguvan türkülerini seviyorum. Malatya-Sivas sınırının Malatya tarafında kalan Arguvan yöresi, halk musikimizin birbirinden farklı onlarca türkü atardamarı içinde ezgi yapısı ve tarzı ile hemen farkını hissettiren gümrah bir çığır teşkil ediyor.
Muharrem Temiz'i de internet ortamında Arguvan türküleri ararken farkettim ve hemen mimledim. Bir müzik eserini videodan dinlemek belki çoğumuza daha cazip görünebilir; ben de aynı kanaatteydim ama bir yere kadar. Dünyanın bütün müziklerini, sanatçılarını, albümlerini ve tek tek eserlerini cüzi bir abonelik ücreti karşılığında hizmetimize sunan dijital müzik platformlarından birine abone olduktan sonra Muharrem Temiz'in yayınlanmış bütün albümlerini defalarca dinledim ve ilk tercihimdeki isabetten ötürü kendimi kutladım.
Doğru seçimdi.
SADELİK, AH SADELİK
Hiç dinlemeyenlere bir müzik sanatçısı nasıl anlatılır?
Yumuşak, sade ve gönülden söyleyiş; sanatın icrâsında alçakgönüllü ama işine ve geleneğine son derece saygılı bir sanat kavrayışı. İcra ettiği müziği bütün kültür kökleriyle, türküyü besleyen coğrafya ve beşeri malzeme ile, gelenekle birebir temsil edebilme konusunda ise bayrak gibi forse edilmeyen bir ciddiyet...
Eserlerini, sazlara göre ayrı ayrı partisyonlar yazılmış büyük orkestralar önünde, vokal grupları veya koro eşliğinde, dijital müziğin zengin teknik imkânlarını ardına alarak seslendirmiyor. Bir ses, bir sazdan ibaret sadeliğin gücüyle söylüyor.
Müzikte sadelik hayli riskli ve ele zor geçen bir güzellik; başarmak kolay değil.
BALTA BAĞLAMA PRİMİTİF MİDİR; TARTIŞILIR
Yüzyıllardan beri Arguvan yöresinde bilinen ‘balta bağlama' Âşık Veysel'den Hasret Gültekin'e, Nesimi Çimen'den Cengiz Özkan'a kadar yöre sanatçılarının dile getirdiği basit bir enstrüman. Perdelerin bağlanma biçimi, emsâlini çokça gördüğümüz günümüz bağlamalarından çok daha sade ve yalın (16 ilâ 24 perde). İşte o yüzden balta bağlama ‘virtüozite'ye yani, bir saz üzerinde yüksek derecede artistik hüner göstermeye elverişli bir âlet değil. Perde sayısındaki değişkenlik ve azlık bile onun ne kadar mütevazı bir enstrüman olduğuna işaret eder.
‘İptidai' demeye kıyamıyorum ama bir yabancı müzikolog bu sıfatı kullanmış olsa yadırganmaz. İşte böyle sade bir sazın tınısını insan rûhuna dokundurabilmek için, gücünü ve parlaklığını derin sezişten alan sahici bir sanatkârlığa ihtiyaç var. Muharrem Temiz söylemeye başladığında bu gibi teknik ayrıntıları hatırlamıyorsunuz bile. Sazı, hatta sesi de ardına takarak kendi başına akıp giden bir başka büyü hükmünü icra etmeye başlıyor.
TOPRAĞIN SESİ
Evet, biliyorum çok beylik bir cümle olacak ama türkü dinlerken nâdiren kapılıp gittiğimiz ve tesiriyle sürüklenip durduğumuz sihir toprağımızın sesidir. Evet, toprağın da sesi var ve bu ses ancak belli bir seviyeyi aşmış sanatkârların eserlerinde hissediliyor hale geliyor. Öyle oluyor çünkü bazı türkülerde anlatılanı, sözün gelişi tarihi belgeyle, şahitliklerle veya başka türlü tariflerle hissedebilmeniz mümkün değildir; çünkü onların üstünde, çok değerli ve nâdir bir şeye dokunuyorsunuz.
Hepsinde değil elbette. Güzel nâdirdir.
TÜRKÜLERE TUTUNMAK
Türkülere iyi tutunmak lâzım; işte şimdi o sürecin tam içinde yaşıyoruz. Beraberce hissedebileceğimiz ve yan yana gelebileceğimiz, tutunabileceğimiz sadece türküler kaldı gibi geliyor bana. Beraber olduğumuzu sandığımız o kadar ortak payda çürüyüp dağıldı ki, ancak ‘yüksek türkü'lerin bizi çağırdığı irtifâda, hepimizi aynı yere bakmaya ve aynı şeyleri hissetmeye sevk eden bir kimyânın izini bulabiliyoruz.
ALEVİ HÜZNÜ
Muharrem Temiz'in sanatını doğru anlamak için onun Alevi-Bektaşi inanç ve kültür geleneği içindeki yerini bilmek gerekli. Sanatını doğrudan ilgilendirmeyen bu kimlik bilgisi, sanatını anlamak için şart ve kaçınılmaz olduğu için bu ayrıntının sebebini izah etmeye çalışacağım:
Alevi-Bektaşi musikisinde köşe taşlarından birini teşkil eden Âşık Seyit Meftunî'nin (İbrahim Mamo Temiz 1920-1982, Arguvan) oğlu olan Muharrem Temiz'in sanatına nasıl güçlü bir gelenek içinde adım attığını tahmin edebilirsiniz. İşin güzel tarafı sanatçının seslendirdiği en güzel en tamamlanmış eserlerin de ‘baba malı' olması: ‘Dost cemalin benzer güneşe aya, Aşkın beni deleyledi, Küçük yaşta gurbet elde, Gül yüzlü sevdiğim' bunlardan sadece birkaçı.
Muharrem Temiz'i benzerlerinden ayrı kılan (elbette bana göre) en önemli fark ise yüzlerce yıl süren gelenek içinde imbikten geçer gibi kıvamlanmış, kristalize olmuş yoğun bir hüznü bütün kemâliyle aksettirebilmesindeki hüner; ki buna kısaca ‘Alevî hüznü' diyebiliyorum.
Tarih boyunca buralarda merkezî idarenin hışmına uğramış, ana topluluktan dışlanmış, mecburiyetten ötürü itikadını, imanını örtülü tutmayı bir tarz haline getirmiş rûhen mecrûh insanların hüznü... Kelimelerle ifadesinde bile zalim bir otosansürün hışmına uğramış bu hüzün, ancak ve ancak nağmeye döküldüğü ve bilginin beslediği duyguyla seslendirildiğinde hissedilebiliyor.
Sadece deyişlerde değil, anonim diye bildiğimiz harcıâlem eserlerde bile o tını, çok güçlü bir, bir yanık kokusu gibi baskın çıkıyor, ‘buradayım; sebemimi anlayacak mısın' diye sesleniyor.
İYİ MÜZİĞİN KİMLİĞİ YOKTUR
Biraz da sıkılarak ifade etmek isterim ki, Sünni gelenek içinde yetişmiş birinin, burada tam olarak neyi imâ etmeye çalıştığımı değil anlamak, tasavvur etmesi bile müşkül. İnsanların göğsünü gere gere veya herhangi bir endişeye kapılmaksızın ‘Ben Alevi'yim' diyebildiği yılları bir elin parmaklarıyla sayabilirsiniz ve biz Sünniler, kimlik meselesinin ne kadar derin bir iç sıkıntı olduğunu kemâliyle kavrayabilmekten uzağız. Ancak araştırarak, teemmül ederek veya empati duygusunu derinleştirip insani nitelikleri seferber ederek o duygunun neye benzediğini tahmin edebiliriz.
İsterseniz burada küçük bir iç hesaplaşması yapalım: Bize benzemeyen, bizim gibi olmayan herkesten bize saygılı ve anlayışlı olmasını bekleyemeyiz. Hâkim olan unsurun, tâbi olan azlık unsura hoşgörü göstermesi nezâket icabıdır ama yetmez; kendini onun yerine koyarak empati geliştirmesi de gerekir. Toplumumuzun içinde miktar bakımından azlık teşkil eden Rum, Ermeni, Süryani, Kürt, Alevi, Roman gibi unsurlar, bizden hoşgörüden biraz daha fazlasını bekliyorlar ve bunda haklılar.
Müzik ise bu empatinin en kestirme, en sağlıklı yolu.
MECRUH VE TEDİRGİN BİR KALBİN TINISI
İşte o yüzden Muharrem Temiz'i dinlerken aklınızda tutmalısınız ki, bu yaralı ve tedirgin bir kalbin sesidir ve o sesin, o hâletin müziğini yapıyor. Müziğinin ‘içe dokunan' eczâsı da işte o yürek yanığındandır. Eğer farkedebilirsek, bizden farklı tonlarda parıldayan renklerle beraber manidar bir bütünlük teşkil edebileceğimizi anlayacağız. Onlar, bizim şimdi ‘millilik' diye nitelediğimiz şeyin en zenginleştirici bileşenleridir ve onlarsız ne kadar tek renkli ve yeknesak kalabileceğimizi görmemiz gerekiyor.
SİZE DE DOKUNUR MU?
Bir müzik adamını kelimelerle anlatmaya çalışmanın imkânı bir yere kadar; doğru olan, basit bir ön bilgiden sonra doğrudan kaynağa yönelmek. En iyisi şöyle yapalım. Önümdeki listede (Spotify) sanatçının 60 civarında seslendirdiği eser var. Elbette hepsi de güzel ama bana ‘dokunan'ları sizlere hatırlatarak konuyu bağlamak daha doğru olacak:
‘Fırat kenarında esvap yumuşlar, Gider oldum yarenlerim derildi, Kipriklerin ok eyle, Bugün erenlere kurban, Gel güzelim hallarımız danışak, Irgaliyi, Kapının önünde önlük dikiyi, Aklımı zayetti, Tenim gümrah oldu, Oy dağlarım, oy kaderim.'
Sonuncusu bir başka dokunuyor; bakalım size de dokunur mu?