Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Modernizme karşı tepkimizi hiç bir zaman teknolojiyi reddetmek suretiyle ifade etmeyi düşünmedik;

hattâ Çanakkale'de "garbın cebîn—i zâlimi" ile dişdişe geldiğimiz o kanlı boğazlaşmada bile çelik kalelerini deryâda yüzdürerek siperlerimize ölüm yağdıran "tek dişi kalmış canavar"a karşı Krupp çeliğinden dökülmüş cehennem toplarıyla karşılık vermiştik. Teknoloji üretme yarışında havlu attığımız XVI. yüzyıldan beri transfer, iktibas, taklit, adı ne olursa olsun yaşadığımız zamanın gündelik ihtiyaçlarını göğüslemek için hep ümitsizce teknolojiye sarıldık.

Çağdaşlıkla modern teknoloji tüketimini bir tutan anlayışın tutarlılığı bir yana özellikle 80'li yıllardan sonra en azından haberleşme, ulaşım, bilgisayar ve ev avadanlıkları gibi gündelik hayata dönük sektörlerde "muasır medeniyet" seviyesine erişmek için hayli döviz harcadığımızı kabul etmeliyiz. Batı metropollerinde vitrinlere çıkan teknoloji harikalarını birkaç hafta gecikmeyle de olsa izleyebilmek hoşumuza gidiyor ve en azından "dünyalılık" bilincimizi keskinleştiriyor; hele "know—how" satın almak suretiyle o teknoloji harikasını kendi ülkemizde üretebilmekten enikonu gurur duyuyoruz. Neredeyse üç aylık periyodlarla kendini tazeleyen modern teknoloji ürünlerinin başdöndürücü câzibesi hepimizi mest ediyor; teknolojinin mütemadiyen kendini yenilemesi, hepimizde iyimser beklentiler uyandırıyor; daha iyilerine lâyık olduğumuz konusunda hiç şüphemiz yok; hep, "daha" diyoruz, "daha fazla teknolojik ürün" ama daha fazlasını hayâl etmekte zorlandığımız da bir gerçek; "daha iyisi ne olabilir ki?" sualini, genellikle dudak bükerek cevapsız bırakıyoruz. Daha fazlasını havsalaya sığdıramamak bazen "âhir zaman"a kalmışız gibi bir his uyandırıyor bizde.

Bir dakika; üretimine katılmadığımız teknoloji birikimini kutsamakta biraz acele etmiyor muyuz? Şöyle düşünelim: Hâlâ fosil yakıtları yakarak ısınabiliyoruz; hâlâ dört tekerlekli ve benzin motoruyla çalışırken atmosfere zehirli gazlar saçan otomobillere biniyoruz. Evleri kibrit kutusu gibi üstüste koymak çaresizliğinden henüz kurtulamadık. Hâlâ jet motoruyla çalışan ve kanatlarıyla havada tutunabilen ve arızalandığında bütün yolcularının hayatını tehlikeye atan uçaklarla uçuyor, nezle virüsüne bile boyun eğiyor, depremler karşısında çaresiz kalıyoruz. Modern tüketim tarzının çöp boyutunu bile henüz halledebilmiş sayılmayız.

Dahası var: Üretim ve tüketim tarzımız aslında o kadar demode ki, tabii kaynaklarımız daha XX. yüzyılın sonuna gelmeden tehlike sinyalleri vermeğe başladı bile. Tabiatın ve çevrenin dengelerini bozmadan üretmek ve tüketmekte hâlâ başarısız kalışımız, tek kelimeyle teknolojik bir kabalık değil midir? Modern hayat tarzı şaşırtıcı bir tesadüfle yakın çevremizi kanserojen maddelerle kuşattı. Dünyanın tarım toprakları, o kaba ve düşüncesiz "tarım mekanizasyonu" yüzünden çoraklaşmakta.

Evlerimiz gereğinden fazla iri ve maliyetinden daha pahalı "beyaz eşya" egemenliğinin zulmüne mâruz durumda. Gündelik hayatın âhengi, ikame edilemez bir bağımlılığın tehdidi altında; elektrik kesilmeleri artık insan hayatını tehdid ediyor; havagazı, elektrik ve su dağıtımında meydana gelen aksamalar hiçbir yolla telafi edilemiyor. Ekonominin ve gündelik hayatın sürdürülmesi, hâlâ boru hatları ve kamyonların sırtına yüklenmiş hantal yakıt tanklarının ârızasız işlemesine bağımlı. Benzinin ikame edilemezliği, XIX. yüzyıldan bu yana hiç değişmedi. Şehiriçinde ve şehirlerarasında elektrik dağıtan şebekenin hâlâ kaba—saba "yüksek gerilim telleri"ne yaslanması garip.

Galiba modern teknolojinin "cilalı taş" devrinde yaşıyoruz; kullandığımız teknoloji, bugünün bilgisiyle kullanılır hale getirilebilecek teknolojiye oranla hayli geri, hantal ve masraflı. Halbuki teknoloji üretiminin doğru planlanması yoluyla şu anda tüketmekte olduğumuz teknolojiden çok daha verimli, zararsız, ucuz ve sağlıklı bir teknoloji birikimine erişmek mümkün ama teknolojinin ticâri boyutu, pek çok sektörde hâlâ, 50'li yılların teknolojisi ile yetinmemize yol açıyor. Meselâ petrol türevi yakıtla çalışan motorlu araçları pekâlâ seksenli yıllarda terkedip, bünyesinde yanıcı ve yakıcı iki elementi barındıran su ile işleyen bir teknolojiye terfî edebilirdik; meselâ küçük teknolojik tedbirlerle (otomobil radarı, fotosel teknolojisi ile işleyen sinyal noktaları, otomatik sürücü donanımları) gelişmiş ülkelerde bile büyük can ve mal kaybına yol açan trafik kazalarının asgariye indirilmesi mümkün olabilirdi. İnsanları teneke bir kavanoza doldurarak şehirlerarası yollarda bir şoförün insaf ve inisiyatifine terkeden "çağdaş" otobüsçülük anlayışı, en azından yirmi sene önce terkedilmeli değil miydi? En azından karayollarında seyahat eden insanların muhtemel kazalardan korunabilmesi için darbeye ve ısıya dayanıklı plastik kabinler çoktandır uygulamaya konulamaz mıydı? Her türlü temizlik işi için çok değerli su kaynaklarını kullanmak yerine dalga ve titreşim teknolojisinden istifade ederek daha ucuz ve sağlıklı çözümler üretilemez miydi? Tarama teknolojisi yardımıyla sağlık hizmetlerinde büyük tasarruf sağlayabilecek pratik teşhis ve tedavi otomatları inşa etmek, şimdi itibar edilen sağlık hizmetleri tarzından daha verimli ve ucuz sonuçlar vermez miydi?

Hemen belirtmeliyim ki ben ne bir füturolog ne de bir teknoloji düşkünüyüm; gelecek hakkında ne iyimserim, ne de kötümser. Zihnime takılan bu gibi sualler, sadece gazete ve dergi yazılarından edindiğim herkese açık bilgi ve haberlere dayanıyor ve sadece yüksek sesle düşündüğüm şeyleri sizlerle paylaşmak istiyorum. Hepimiz farkındayız ki yüksek teknoloji ürünlerinin gündelik hayata uygulanması safhasında devletler ve hükümetler hiç de diğerkâm davranmıyorlar. Hâl—i hâzırda işgören, para kazandıran ve stratejik üstünlük sağlayan teknolojileri yenilemek hususunda fevkalâde tutucu ve ketum davrandıklarını kestirmek için üstün zekâlı olmaya gerek yok. Teknolojik avantajları ile diğer devletlere üstünlük sağlayan devletler ve kurumlar ürettikleri teknolojiyi, ticari paketleme tarzında bir kademelendirmeye tabi tutarak pazar paylarını artırıyorlar. Biz ise sadece onların kullanmamıza izin verdikleri teknolojiyi tüketebilen çaresiz alıcılarız.

Bundan yirmi—otuz sene sonraki nesiller, bugünün teknolojisini herhalde gülümseyerek hatırlayacaklar: Kocaman tüpleriyle televizyon ve bilgisayar ekranlarını, çeyiz sandığına benzer irilikte hard disk kasalarını, dört tekerlekli otomobilleri, hâlâ selüloz hammaddesi tüketen yayın sektörünü, internet şebekesinin iptidai kapasitesini ve lagarlığını belirgin bir küçümseme ve alayla yâdedip kendi zamanlarının ürünlerine duydukları saygı ve hayranlığı bir kere daha tazeleyecekler; hep öyle olacak; biz bugün nasıl at arabası, lambalı radyo, manyetolu telefon ve gazocağı ile dalga geçiyorsak, gelecek zamanın çaresiz tüketicileri de başkalarının biçimlendirdiği bir dünyada, başkalarının teknolojisi ile böbürlenerek miatlarını dolduracaklar.

Daha üst seviyede talep ederek sızlanmaya hakkımız yok; tüketici taleplerinin ciddiye alınmadığı tek piyasa belki de bu. "Daha fazlası" için ya aklımızın üstünü örtüp sabretmek ya da daha iyisi için bizzat kolları sıvamak zorundayız.