Maslahat tüyü!
-Üstadım, size kısa bir soru: “Müslümanların kontrolündeki bir yönetimin, siyasi muhalefete karşı tutumu nasıl olmalıdır?”
-Sevgili Çekirge, İslâm, bir siyaset veya devlet teorisi koymuyor biliyorsun. Pratiğimize göre, muhalefet ârızî bir durumdur; aslolan hükümete herkesin itaat etmesidir. Muhalif bozguncu sayılır kestirmeden ve ceza görür. Siyasi muhalefet hastalık halidir, anormalliktir, tedavi edilerek (cezalandırılarak) sağlık haline dönülür.
-Bu sadece Müslüman topluluklara has bir özellik midir hocam?
-Hayır Çekirge, modern zamanlara kadar en yaygın hükümet anlayışı buydu çünkü insanlar hükümetle hükümetsizlik arasında kaldıklarında hükümeti seçerler. Hükümetlerin denetlenmesi, sınırlandırılması, kontrol edilmesi ancak birkaç asırdan beri Batı'da kısmen uygulanabiliyor.
-Peki hocam, siyasi muhalefet bir tarafa; aykırı düşünce konusunda da durum aynı mı İslâm hükümetleri tecrübesinde?
-Kabaca şöyle cevap vereyim; avâmî tâbirle –afedersin- mala-davara bir ziyanlığı dokunmadığı sürece, yani hükümetin varlık sebebine ilişmediği sürece kısmî bir müsamahadan söz edilebilir. Eleştiri kamu nizamına, yani eski tabirle ‘nizâm-ı âlem'e, yönelmezse pek ilişilmezdi.
-Öyleyse İslâmî bir politik muhalefet kurumundan söz edemiyoruz öyle mi?
-Maalesef öyle; başkaları için görüntü farklı yorumlanabilir. İslam tarihinde siyasi muhalefet hareketlerini yoğunlaştırılmış tarihi kısaca ‘Vay anam, anan öle; töbe billah, ülen mülhidler sizi bire kadar kırsak ne lâzım gelir!” türünden acı ve öfkeyle dolu çığlıklardan ibarettir. O yüzden devletin ideolojik savunucusu durumundaki zümreler daima hükümet denetiminde tutulur ve maaş, caize, âtiyye ve benzeri ödemelerle hoşnut edilirler.
-Oradan akademisyenler bildirisine gelirsek...
-Çekirge, sana maymuncuk niteliğinde bir kavram vereyim, onunla dilediğin kilidi kurcala. Bu kavram ‘maslahat'tır. Maslahat, dinin emrettiği şeyle hükümetin arzusu arasında bir ayrılık olursa, hükümet ve idare lehine dinin hükmünü esnetmek, acıtmasın diye üflemek ve bazen de tam tersini uygulamak demektir.
-Bu maslahat denilen şeye kim karar verir hocam?
-Az önce bahsettim; ulemâ, yani dini bilgi ve hikmeti üretip yorumlamakla görevli olanlar. Diyeceksin ki niçin bu mübârek adamlar devlet çıkarı söz konusu olunca bazen dinin hükmünü tanınmayacak kadar bozmaya yeltenir ki? Basitçe şöyle, devletin taraf olduğu meselelerde devletin zarara uğraması çok nâdirdir. Ulemâ, ‘maslahat icabı' ve tamamen tesadüfi bir şekilde neredeyse tamamen devletin, kamu nizamının lehinde hüküm üretir tarihi model olarak!
-Ulemâdan birisi akademisyenlere saydırmış da ordan aklıma geldi sormak...
-Haa evet, çok komik; durduğu yerden vara-yoğa fetva şimşekleri çaktırıp duruyor ve diyor ki zımnen, ‘Bunlara mülhid ve zındıklar tarifesi uygulayalım'. Dışarıdan bakılınca manzara şu: Müslümanlar, demokratik hayatın en temel lâzımesine, fikir hürriyetine meselâ tahammül edemiyor, ilk virajda genetik köklerine koşuşturuyorlar. Bu gidişle Türkiye'de Müslümanların demokrasiyle iyi geçinmesi çok zora girdi. Oysa en ümitvar deneme Türkiye idi güyâ! Müslümanların eline demokratik bir idare teslim ediyorsun, on senede hoop gariban akademisyenleri linç edip kanla duş yapacak bir otoriterliğe savruluyorlar. Hoca da işte tam burada fetvasıyla özene-bezene getirip maslahat tüyünü dikiyor bu olguya hatime olarak.