Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Prof. Dr. Türkan Saylan'ın ölümü ve sonrasında yaşananlar bize gösterdi ki, Türkiye'de, laikliği hayat tarzı olarak seçmiş veya en azından kendini böyle tarif etmek ihtiyacı hisseden mühim bir kitle vardır.

Miktarını bilmiyoruz; miktar önemli değil fakat bu realite mühimdir çünkü bu kitle kendini ifade edecek etkili sözcülere sahip bulunuyor; siyaset ve sanat dünyasında, basında, entelektüel mahfillerde, bürokraside ve burjuvazi içinde manidar bir ağırlığa sahiptir. Cumhuriyet'in tesisiyle birlikte iktidar piramidinin tepe noktalarına mevzilenen fakat toplumsal temsil kabiliyeti az olan bu kitle yavaş yavaş orta burjuvazi aracılığı ile kendine toplumsal bir mesned buluyor.

Türkiye, halkının % 99'u Müslüman bir ülke değildir; aslına bakarsanız hiç olmadı ve bu cümle bir şehir efsânesinden ibaretti. Bugün Müslümanlık dediğimiz şey, kendisini laik diye tarif eden insanların nezdinde kültürel bir aidiyetten ibaret kalmış görünüyor; bunun için kimsenin eseflenmesi, "ne hallere kaldık!" diye yakınması gerekmez; bilakis laiklerin, gayrimüslimlerin, Hıristiyanların inançlarını rahatça yaşayabilmesi, kendilerini rahatça ifade edebilmesi için lâzım gelen terbiye derecesine yükselmek gerekir; itiraf edelim ki bu hususta bazen ölçünün kaçırıldığı oluyor.

Türkan Saylan'ın cenaze töreninde konuşan yakınları ve sevenleri, merhûme hakkında dikkat çekecek sıklıkta "ışık oldu, sonsuzluğa gitti" gibi tâbirler kullandılar. Ölümden sonraki hayatın tasavvuru ve ona bağlı inançlar (eskatoloji), bütün kültürlerde son derece tarif edici ve önemli bir unsurdur ve Türkiye'de laik kesim, henüz tedirgin ve belirsiz bir dille de olsa kendi eskatolojisini, yani öteki dünya tasavvurunu inşa etmeye başlamış bulunuyor. Müphem ve belirsiz bir dil fakat bir "vâkıa" olması bakımından sahici. Laik kesim, Müslümanların Kitâbî ahiret inancına ve kavramlarına müracaat etmemek, yeni bir dil (akîde) kurmak hususunda arayış içinde görünüyor. İslâmî geleneklere göre kaldırılan cenazelerde, geleneğe tam denk düşmeyen alkış, cenazenin katafalka konulması, cenazenin başında "ışık oldu" gibi kavramların kullanıldığı konuşmalar yapılması laiklerin yeni akîde arayışına misâldir.

Şüphesiz ki Türkan Saylan'ı uğurlayanlar arasında onu, kültürel Müslüman kimliğiyle bilenler çoğunluktaydı ve belki hakikaten de öyleydi; bir insanı inancından ötürü yargılamak, ardından hüküm yürütmek tek kelimeye densizliktir ve bunu yapmayacağım; sadece işaretlere bakarak toplumda laik kesimin kendi varlığını inşa gayreti içinde olduğunu belirtmek istiyorum. "Laiklik, bir dünya görüşü olabilir mi" veya daha öteye giderek, "Laiklik kendi akîdesini ve ahlâkını inşâ ile yeni bir din hüviyetine bürünebilir mi?" meselesini tartışmak abes. Kim kendini nasıl târif ediyorsa öyledir. Hâl-i hazırda üzerine eğilmek lâzım gelen mesele, kendini Müslüman sayanlarla laik sayanlar arasında karşılıklı bir âdâb ve saygı ikliminin vücut bulmasıdır. Normal şartlar altında bunun bir mesele teşkil etmemesi gerekirdi fakat siyasî iktidarı kimin kontrol etmeye hakkı bulunduğu meselesi, Türkiye'de başlıca gerilim unsurunu teşkil ediyor. Müslüman kesimden yükselen nâdir edep dışı tepkilere karşılık laik kesimin sözcüleri, kendi hayat tarzlarının tehlike altında bulunduğunu öne sürerek siyasî ve toplumsal iktidarı, sadece kendi sınıfları aracılığı ile kullanılması gereken bir imtiyaz olarak görmekten vazgeçmiyorlar: "Bize aitti, bize aittir ve onu sadece biz kontrol edebiliriz" iddiası ortamı sertleştiriyor; halbuki böyle bir tez, işin henüz alfabe noktasında laikliğin teorisine aykırı bir hâldir, bu işin âdâbına ise kısa ifadesiyle "demokrasi" diyorlar.

Öldükten sonra, kimin nereyi murad etmişse oraya gitme inancına saygı göstermek şart fakat yaşayanların hukukuna riayet de şart; şu akl-ı selim noktasına varabilmemiz, öyle görüyor ki daha bir hayli zaman alacak.

Yazık!