Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Tartışmanın bir nebze olsun tavsamasına müsaade edilmiyor; aynı taktiği Gezi olaylarından hatırlıyoruz.

Hafıza tazelemekte fayda var; ne zaman olay yatışmaya yüz tutmuşsa Başbakan’ımız hemen devreye girmiş, yeni yeni demeçlerle tansiyonun düşmesine izin vermemişti. “Mesajı aldık, hükûmet gerekeni yapacaktır.” şeklindeki “itfâ” çalışmalarını bile hiddetle tekzib ederek, “Ben mesaj filan almadım.” demiş, ardından “Sizin elinizde tencere tava yok değil ya.” diye devam etmiş ve sözü “Yüzde elliyi zor zaptediyorum.”a kadar getirmişti.

Sıradan insan, siyasetçileri problem çözmekle yükümlü zanneder; oysaki bazen bir problemi sönme noktasından alarak yeniden canlandırmayı, boyutlarını genişletmeyi ve böylece gerginliği yükseltmeyi tercih ediyorlar. Bu durum bana Şahan Gökbakar’ın “Bülent Binbaş” karakteriyle yıllar önce başarıyla yaptığı “Tehlike Çanı” adlı parodi dizisini hatırlatıyor. Program sunucusu Binbaş yönettiği tartışma programında ne zaman “reyting” düşmeye yüz tutsa elini öfkeyle masaya vurarak devreye giriyor, “Biiz Fatih’lerin, Kanuni’lerin” veya konuya göre “Biiz Yahya Kemal’lerin, Faruk Nafiz’lerin çocuklarıyız.” diye bağırarak reytingleri yükseltiyordu.

Rusya dönüşü uçakta gazetecilere verdiği beyanatı bir nevi reytingleri yeniden yükseltmek hamlesi olarak okuyabiliriz: “Kapatacağız, geri adım yok. Bütün dershane sahiplerine söylüyorum; hemen süratle okullaşmaya gidin. Her türlü desteği biz verelim. Artık geri adım atmamız diye bir şey kesinlikle yok. Yani ben bu makamda olduğum sürece kimse bizden geri adım beklemesin. Hazirana kadar inşallah bu işi bitireceğiz. Bunu daha fazla kokutmaya gerek yok.” derken ardından polemiği daha da ateşleyen şeyler söylüyor: “Bizim ülkemizde şu anda 800 bini aşkın öğretmenimiz var. Bu öğretmenlerimize haksızlık olmuyor mu? Onlar bu kadar emek veriyor çocuklarımıza. Yetiştirip geliyor, yetiştirdikten sonra dershanenin öğrenciye verdiği nedir? Hiçbir şey vermiyor iddiasında değilim. Sadece test tekniğini veriyor. Ama asıl altyapıyı hazırlayan neresidir? Devletin okuludur.”

“Diğer bakanlar yapamadı, artık Nabi Bey döneminde bu olacak.” cümlesinde ben şahsen kararlılık değil, “Karşılıklı olarak kavgayı tavsatmayalım ey tarafeyn; herkes mazgallara” çağrısının izlerini görüyorum. Bu sözler dershane konusunu, “Buyrun aşk ile bir dahi nizâ edelim; gül gibi konu pörsümesin, yazık olur...” diye yeniden ısıtmaktan başka mânâya gelmez.

Dershane tartışmasını daha yüksek tonda ve kapsamda sürdürmekte Başbakan’ın nasıl bir siyasi veya pedagojik fayda gördüğünü bilmiyorum; bu noktadan sonra emin olduğum tek şey bu tartışmaların eğitime hiçbir hayrının dokunmayacağıdır.

Artık şu zehâba kapılıyorum: Bütün dershane sahipleri, dershaneleri özel okula dönüştürüp bu sabah itibarıyla kapıya kilit vurup demirbaşları haraç-mezat hurdacıya devretseler, ardından öğretmenlerini birer sandık limon maaş tazminatı ile seyyar satıcılık sektörüne yönlendirerek meseleyi ebediyyen nihayetlendirseler bile, birisi çıkıp, “Bir dakika, siz öyle kendi başınıza kapatamazsınız bu kurumları; ben kapatacağım; oyunbozanlık yok, dershaneleri, öngördüğümüz gibi Nabi Bey kapatacaktır inşallah” diye inisiyatifi ele geçirmek isteyecek herhalde. Tam bir, “İstifa ediyorum... Hayır edemezsin, ben seni kovdum... Hayır önce ben istifa ettim...” klişesi. Başbakan’a dershaneler, milli içki, kızlı-erkekli evler, sezaryenle doğum emsâli gerginlik başlıkları gerekiyor; çünkü bu tartışmalar beş kuruş tanıtım bütçesi sarf etmeden basın yoluyla bedavaya getirilen bir nevi “safları sıklaştırma” operasyonudur.

Yine de tepkileri alçak profilde tutmakta fayda var. Vakar ve izzetini muhafaza eden kaybetmez. Seferi vazife, dershaneleri son siperine kadar savunmaktan ziyade izzeti dik tutmaktır.