İyimser bönlük
Birileri sistematik bir düzenle zekâmıza hakaret ediyor, hafife alıyorsa ortada zekâmızla ilgili bir problem var demektir.
“Şimdi birlik olma zamanıdır; nerden gelirse gelsin terörü hep birlikte kınayalım vs...” Başbakan, katliamdan saatler sonra TV'de insanlara böyle seslendi. İçişleri Bakanı yüzümüze baka baka, “Güvenlik zaafiyeti yoktur.” dedi; tam bu esnada yüzünde ağlamakla gülmek arasında zoraki bir tebessüm beliren Adalet Bakanı'nın, İçişleri Bakanı'nın yaptığı bu müthiş espriye güldüğünü farz ediyorum.
Problem 100 civarında insanın parçalandığı katliamdan sonra “Güvenlik zaafiyeti yok.” diyen bakanda ve hükümette değil, bizde. Zekâmızla alay ediliyor, “Söyleriz ortaya karışık bir iki milli birlik mesajı, zaafiyet yok der ardından HDP'yi terörü desteklemekle suçlar günü kurtarırız; iki gün sonra nasıl olsa unutulur gider” şeklinde düşünenler, yönettikleri, daha doğrusu yönetemedikleri halkı çok hafife alıyorlar.
Bu derece müthiş bir yönetim ve güvenlik zaafından sonra “icra”da siyasi sorumluluk sahibi kim olursa olsun söyleyebileceği üç kelime vardır, fazlasına gerek yok;
-Beceremedim, istifa ediyorum!
Siyasi sorumlunun istifası, istifa zincirinin son baklasıdır; ondan önce siyaset adamı ihmâl, kusur veya zaaf gösteren bütün bürokratlarını görevden alır, haklarında soruşturma açtırır ve sonradan geleceklere âkıbetlerini hatırlatır. Bizimkilerin pişkinliği o ünlü fıkrayı hatırlatıyor. Sadrazam, valilerden birine, “Çekil” diye telgraf çekmiş. Cevap: “Çekildim seksen okka geliyorum!”
Kim yaptı, niçin yaptı fasıllarını geçiyorum, onun meraklısı çok ve daha şimdiden bazı mariz tipler faturayı Paralel'e kesmeye başladılar. Yazarken devlet adına hicap duymam gerekir, bu istihbarat ve emniyet bürokrasisinin konuyu aydınlatabileceğini sanmıyorum. Yürütmenin başındakilerin ‘milli beraberlik, kimden gelirse gelsin, kem-küm' makamında mânâsız sözler etmesinin bir numaralı sebebi icrânın bürokrasisine duyduğu güvensizliktir. Onların da bu çamurun içinden nasıl sıyrılabilecekleri konusunda bir fikri yok aslında.
Halbuki istihbarat bürokrasisine ‘ne istedilerse verilmişti'; örtülü ödenek, kanun zırhı, genişletilen operasyon yetkileri. Ne istedilerse esirgenmedi, yine de pâyitahtın göbeğinde 100 civarında insanın katliama uğraması engellenmedi. Ben olayın faillerini bilmiyorum ama siyasi sorumlularını biliyorum. Dünyanın her yerinde, bu derece vahim ürkütücü güvenlik ve istihbarat açığından sonra siyasî ve idarî sorumlular evvela görevden çekilir, ardından –eğer hâlâ yerindeyse ‘yargı'da hesap verirler. Akıl karışıklığına gerek yok. Bu heyetle, bu yürütme uzvuyla, bu istihbarat ve güvenlik bürokrasisiyle devam edilemez; hele seçimlerin güvenlik ve selâmetini aynı kişilerden ummak, kolektif zekâmızın sorgulanmasını gerektiren, pek iyimser bir bönlüktür.
Yürütme uzvumuz terörle mücadeleyi beceremiyor ama Today's Zaman'ın Genel Yayın Müdürü Bülent Keneş'i, hakaret gerekçesiyle yakalayıp hapse atmakta tereddüdü yok. Yandaşlara kalırsa hakaretin şimdilik hapisle tecziye edilmesine memnun olmalıyız; ağır tehditler, kötü kokulu küfürler yükseliyor kâselis takımından. Taşları bağlamak kolay çünkü taştır, yerli kayadır; ne zaman arzu ederseniz iki satırlık yazıyla hapse koyarsınız; terörle mücadele, gazeteci enselemek kadar kolay olmamalı ki, “terörün belini kırdık, kuluncunu kütürdettik; yılanı ikiye böldük” gibi komik lâflar edilmesine rağmen Ankara'yı kana bulayabiliyorlar.
Başa dönüyoruz ve soru şu: Zekâmızla alay edenlerin tespiti doğru mu? Cevabı 1 Kasım gecesi bütün sinemalarda!