İslam siyasetinin ilk ‘modern' siyasî çehresi: Muaviye
Günümüzde, bu gibi meseleleri derd edinen Müslümanlar, İslâm devleti deyince doğrudan Hz. Peygamber'in zamanını temsil eden ‘Asr-ı saadet' devrini hatırlıyorlar. Sünnî doktrinin adlandırmasıyla ‘İslam devletinin güzel ve iyi zamanları'nı dört râşit halife dönemine kadar uzatanlarımız da vardır. Öyleyse Hicret'ten Hz. Ali'nin vefatına kadar uzanan 40 yılı, menkıbeleştirilmiş tarihten farklı bir nazarla daha etraflı ve dikkatli okumak gerekir ki esaslı bir fikir edinebilelim.
HER AKTÜEL MESELENİN TARİHTE KÖKLERİ VARDIR
Bu kırk yılın 35. senesinde 3. Halife Hz. Osman'ın adı-sanı belli bazı Müslüman topluluklarının ittifakıyla evinde katledilmesiyle bir iç savaş başladı. 2. Halife Hz. Ömer, tamamen şahsi bir hesabın harekete geçirdiği biri tarafından mescidde saldırıya uğrayarak katledilmişti. Hz. Osman'dan sonra râşid halifelerin sonuncusu saydığımız Hz. Ali de Hariciler tarafından suikast ile öldürüldü. 4 Râşid halifeden son üçünün görevi esnasında katledilmesi üzerinde düşünülmesi gereken bir bilançodur ve ortada, insanları çok etkileyen bir siyasi mesele olduğunu akla getirir.
Bu perspektiften bakış, samimi Müslümanları şaşkınlığa uğratır; onlar halifeden köleye kadar hemen herkesin samimi bir iman ve doğrulukla hareket ettiklerini, siyasi bir konuda gruplaşıp iktidar kavgasında taraf olmayı akıllarına bile getirmediklerini düşünürler. Elbette yanlış bir kanaat.
Başka bir açıdan bakıldığında, insan topluluğu ve yönetim ihtiyacı olan her yerde siyasi meselenin ortaya çıkmasını son derece tabii karşılamak gerekir. Asr-ı Saadet'i ve 4 halife devrini kaplayan romantik ve idealist tarih anlatıcılığı, bu gibi basit ve sıradan olguları çok gerilere atarak, sonraki kuşak Müslümanları, dönemin aktörleri hakkında olumsuz bir fikir geliştirmemeye sevk ediyor. Bir mânâda o insanların birer melek gibi takdim edilerek dünyevi ve özellikle siyasi konularda örnek davranışlar sergiledikleri kabul ettiriliyor.
KRİSTALLEŞTİRME VE HAYAL KIRIKLIĞI
Hazreti Hamza'yı şehid eden Vahşi'den başlayarak ‘Müellefet'ül Kulûb'a, oradan Ebu Süfyan ve oğlu Muaviye'ye kadar uzanan tekrîm (yani bu şahısları dinen hürmet dairesi içinde görmek ve isimleri geçtikçe iyi dilekte bulunmak) tavrı, Hz. Hüseyin'in katlinden sorumlu Yezid'le birlikte sona erer. Bizim bildiğimiz ve bize benzeyen sıradan, kusurlu insanlar, âdeta ancak 4 halifeden sonra İslâm tarihinde görünmeye başlarlar; halbuki tarih, insanları harekete geçiren temel ihtiyaçlar ve istekler bakımından kesintisiz bir süreç. Elbette Hz. Peygamber'in çok değer verdiği sahâbesi başta olmak üzere, devrin bildiğimiz beşeri kadrosu, siyasi, iktisadi davranışlar göstermek bakımından bize benziyorlardı; beşerüstü değildiler; ancak bazı konularda bazıları (ama hepsi değil elbette) Hz. Peygamber'e duydukları derin muhabbet ve sadakat eseriyle büyük feragat davranışları göstermişlerdir. Siyasi ve iktisadi planda feragat göstermek istisnai haldir; azdır ve bir Müslüman siyasi geleneği olarak ne yazık ki kural haline gelemiyor.
HZ. OSMAN: ‘O ZAMAN NİÇİN İMAM OLDUM?'
İşte bu tarihi kristalizasyon (yani, tarihin aktörlerine sanki beşerüstü bir tabiat yakıştırarak onları politik hatâdan münezzeh kılma tavrı) çerçevesinde, tanıdık-bildik ve âşinâ siyaset adamı tipine en yakın ilk örnek Hz. Osman olarak görünüyor. Bilindiği gibi Müslüman hayâ ve iffetine timsâl olarak övülen ve cennetle müjdelenen Hz. Osman, kendinden önceki halifelerin aksine yönetimde akraba ve dost kayırıcılığı (Nepotizm) zaafına kapılmak, idarede daha sonra eleştirilen kısmî gevşeklik göstermek bakımından, tarihte misline defalarca rastladığımız zaaf sahibi bir siyaset adamı olarak belirginleşiyor.
Onun yönetimine karşı homurdanmalar artınca Hz. Osman mescidde Medinelilere şöyle hitab etmişti:
-Her şeyin bir âfeti, her işin bir sıkıntısı var. Bu ümmetin âfeti ve bu nimetin sıkıntısı, ayıplayanlar ve eleştirenlerdir (…) Ömer için kabul ettiklerinizi bana karşı eleştiri konusu yapıyorsunuz; ama o sizi ayağıyla düzeltti, eliyle dövdü, diliyle yola getirdi. Sevdiğiniz sevmediğiniz konuda ona bağlandınız. Size yumuşak davrandım, size omuz verdim, elimi ve dilimi sizden çektim, bana bu cür'eti gösterdiniz. Hangi hakkınızı kaybettiniz? Benden önceki [Hz. Ömer] ve sizin karşı çıkmadığınız kişiden elde ettiklerinizi kısmadım. Mal arttı da arttı. Fazlalalıkta niye istediğimi yapmayayım? O zaman niçin imam oldum?”
Hz. Osman'ın Tâberi Tarihi'nden nakledilen bu nutku, mü'min gönlümüzü sızlatsa da biz bu kelimelerin ardında bize çok âşina gelen bir siyasetçi buluyoruz. Yakınmasında haklı gibi görünüyor: Ganimet yoluyla devletin geliri artmış, refah pastası büyümüştür. Devletten maaş istihkakı kazananlara gelirleri, önceki dönemde olduğu üzere verilmiştir ve üstelik Hz. Osman, selefi Hz. Ömer gibi zaman zaman sertleşebilen bir yönetici de değildir. Bu cümlelerde dinî hâtırası ağır basan bir Sahâbe konuşmuyor; artık, değişen iktisadi ve sosyolojik tablolar karşısında toplumun taleplerini eskisi gibi yerine getirdiği halde insanları memnun edemeyen yumuşak huylu, halîm bir siyasetçinin açıksözlü yakınmasını dinliyoruz. Bu samimi yakınmaya rağmen Hz. Osman, Medine'nin ileri gelenlerini memnun edememiştir ve fazla geçmeden fecî âkıbetine uğrayacaktır.
İSTİKRARIN BABASI!
İslâm tarihinde modern hattâ cüretkâr bir tesbitle ‘laik' siyaset adamı modelinin ilk izlerini ise Muaviye'de buluruz. Onun dini kimliğini tartışmak ve tartmak haddim olmadığı gibi konunun tamamen dışında; siyasi açıdan Muaviye İslâm tarihinde en fazla tekrar edilen ve model kabul edilen bir uygulamayı başlatan kişidir. Hanedana dayalı saltanat modelini o icad etmedi fakat İslâm toplumunda ilk defa denedi ve model (herhalde istikrarı sağladığı için olsa gerek) halefleri tarafından ittifakla kabul gördü. Tarihte iz bırakmış bütün İslâm hükümetleri Muaviye'nin ‘ekber evlâda devredilen' saltanat modelini izlediler.
Muaviye'nin, İslâm tarihinde bütün siyasi melânetlerin başlatıcı olarak eleştirilmesini anlıyor ve elbette katılıyorum fakat ‘Muaviye olmasaydı, saltanat modeli ve devleti ferdin üstünde tutan maslahatçı yaklaşım gelenek haline gelmezdi!' diyen tenkidçileri haksız buluyorum. Muaviye, Arap toplumunda ‘dehâ' diye vasfedilen üstün politik sezişleri ve idare şekliyle devraldığı idareyi çağına göre modernize eden, kurumlaşmasını tamamlayan, topraklarını ve gelirini görülmemiş derece genişleten ve bunlara ilaveten asırlarca rağbet bulan bir politik rejimin temellerini atan kişidir ve ona istikrarın babası denilse yeridir. İstikrar kelimesini parantez için aktüel bir gönderme anlamında kullanmıyorum ve öyle bir ardniyetim yok. O günün Müslümanları ve insanları da bugünküler gibi ‘fitne'den dehşete kapılıyorlar ve kamu nizamını, sükûneti, pazarlarda bolluğu beş temel unsurun emniyetini sağlayan bir idareciye, -ufak veya iri- kusurlarına rağmen minnet duyuyorlardı.
GÜZEL YEME, GÜZEL İÇME...
Muaviye'nin Medine'de Peygamber mescidinde, Medinelilere hitaben yaptığı bir konuşmayla noktalayalım.
Hz. Hasan'ın Muaviye lehine hilafetten feragat etmesinden sonra bütün İslam hükümetini tek merkezde topladığı için Birlik yılı adıyla (âmül'l-cemâa) anılan (Hicri 41-miladi 661) yılında Muaviye, kendisini gönülden tasvib etmemekle beraber açıkça karşı çıkmaktan çekinen seçkin topluluğa şunları söyledi:
-Sizin başınıza geçmem sevginizi kazanarak değil şu kılıcımla dize getirerek oldu. Gönlüm size karşı Ebu Bekir ve Ömer'in yolundan gitmek istiyor ama bundan hoşlanmadım. Osman gibi yürümek istiyorum ama gönlüm kabul etmiyor. Hem bana hem size yarar yararlı bir yol tuttum: Güzel yeme, güzel içme. Beni en iyiniz görmeseniz bile ben sizi en iyi yönetecek kişiyim. Kılıcı olmayana kılıçla gitmeyeceğim. Sadece dilinizle söylediklerinize hiç aldırmam…'
Bu nutukta, ideal İslâm hükümetinin değil, adı ve sıfatı ne olursa olsun iktidarda tutunmak isteyen her hükümetin dikkate alması gereken ‘geçerli ve işe yarayan!' öğütler var ve kulağa hayli tanıdık geliyor. “Buraya kendi gücümle geldim, size karşı idealist yaklaşmak isterdim, bunu biliyorum ama yapmayacağım. En iyisi size sağladığım refahın tadını çıkarmanızdır. Sözde kaldığı müddetçe eleştirilerinizi cezalandırmam ama eyleme geçmeye kalkışırsanız belânızı bulursunuz.”
İyi tercüme edebildim mi bilmiyorum!