İki kaybeden: IŞİD ve Türkiye

Hatırlıyor musunuz, bir aralar sabah-akşam IŞİD tehlikesinden bahseder olmuştuk.

Sadece biz değil, dünya basını da durup dururken Suriye'nin orta yerinde zuhur eden bu kıyâmet askerlerinden bahsediyor ve çağın en büyük tehlikesi olarak gösteriyordu. Doğrusu görünmeyecek gibi de değildiler. Popüler bir politik tüketim nesnesi olarak çok başarılı bir dizayna sahiptiler. Ambalajları, yani üniformaları ‘unutma beni' dercesine akılda kalıcıydı. Siyah üniforma üzerine kara maskeler takıyor, ‘Ukab' sancağını hatırlatan bir logo kullanıyor, vaktiyle Harici takımının tükete tükete bitiremediği mottoları tekrarlıyordu. Görünürlükleri muazzamdı; 28 Şubat günlerinin Aczimendi show topluluğu gibi bir gören daha unutmuyordu. ‘Ürün'le hâlâ ilgilenmeyen alâkasız tüketici kitlesi ise bir anda veba gibi video sitelerine yayılan kelle kesme, rehineleri cayır cayır yakma görüntüleri ile iknâ edilirken biz o esnada DAEŞ midir, yoksa IŞİD mi tartışmasındaydık ve bu adlandırma problemi neredeyse felsefi bir derinlik kazanmak üzereydi. Siyaset bilimcileri IŞİD'in Ortadoğu'da kalıcı olduğunu, eninde-sonunda radikal Sünni bir devlet kuracaklarını öngörüyorlardı.

Dış politikadaki kavrayışım zayıftır ve kalite itibariyle stratejik derinlik yazarının mütebahhiresinden fazla değildir; işte o kertedeki safderunluğuma rağmen diyordum ki, yedi düvelin düşman ilan ettiği bu vahşi savaşçılar topluluğunun hava gücü yok; deniz gücü yok, perişanlığı müsellem Irak ordusundan ganimet diye ele geçirdikleri birkaç ağır silahtan başka etkili kara birlikleri de yok; öyleyse niçin hâlâ etkili olabiliyorlar? Nâçizâne tahminim IŞİD'in kimyevi reaksiyonu hızlandıran ve ayrıştıran bir katalizör olduğu, aniden zuhur ediverdikleri gibi, görevleri sona erdiğinde kimyevi denklemden hızla çıkarılacaklarıydı. Ortadoğu dengelerini bilenler, ‘Yok aga' diyorlardı; ‘durum bildiğin gibi değil, Harici Selefiliğin Irak ve Suriye topraklarında 13 asırlık bir geçmişi var. Bu nevzuhur bir şey değil, tarihi dinamikler vb…'

Vaziyet bu minval üzre sürüp giderken ve IŞİD'in nasıl tabii bir uzviyet halinde büyüyüp serpilmesini, ganimet petrol satışıyla nasıl köşeyi döndüklerini filan tartışılırken a, bir de baktık devreye Rusya girivermiş. İşin eğlenceli yanı Rusya'nın bile Suriye'deki varlığını IŞİD tehlikesiyle meşrûlaştırmaya çalışmasıydı. ABD, IŞİD tehlikesi için Suriye'deydi, kezâ İran ve Lübnan Hizbullah'ı, Esed bile ‘demokratik Suriye muhalefeti'ni bir yana koymuş IŞİD tehlikesine karşı mevzilenmeye başlamıştı. Suriyeli Kürtler, IŞİD karşısında askeri başarı kazanabilmiş tek ‘seküler' savaşçı unsur olarak dünyanın sempatisini bu dönemde kazandı ve güney sınırlarımızda kantonlaştı. Bizimkiler de hâliyle IŞİD'i önemsemek, özellikle kaçak petrol ticaretinde elimizin ne kadar temiz olduğunu isbat davasındaydılar. Anlaşıldığı kadarıyla IŞİD'in ardında süper bir güç filan yoktu; ganimetle geçiniyor, sıcak ganimet gelirini bolkepçeden bölüştürerek yayılıyorlardı.

İmdi vaziyet şu merkezdedir: Suriye'deki bütün süper güçler (İran dahil) IŞİD aleyhine müttefik oldu. Kimisi fırsattan istifade kantonuna kavuştu, kimi askeri üsler ve limanlar elde etti. Suudiler bile İncirlik üssümüzde ‘devremülk' kategorisinde bir zilyedlik statüsü kazanmayı başardı. Bir mânâda Suriye'nin yeni haritasını belirleyecek askeri dinamikler bölgedeki varlıklarını berkittiler. Galiba bu hercümercin tek kaybedeni Türkiye'ydi. Rojova'da hükümranlığını ilan edip ABD ve Rusya'nın desteğini kazanan YPG'nin Hatay sınırlarına kadar uzanmaması için devlet cihazımız bütün dikenlerini sivrilterek teyakkuza geçti. İçeride ise kuruluşumuzun 100. yılında yeniden vatan topraklarını ele geçirip bayrak dikme ve mülteciler meselesiyle başbaşayız.

IŞİD'e gelince, bölgedeki rolü bitti galiba. Nisan sonlarında durum daha netleşir. Bakalım bu ‘derinlikli' tahlilim tutacak mı?


Kaynak (Arşiv)