III. Abdülhamid?
Yıldız Sarayı'nın Cumhurbaşkanlığı'na tahsis edileceği haberini ciddiye almıyorum. Tahsisin gerçekleşmeyeceğinden değil; Sayın Erdoğan isterse değil Topkapı Sarayı'nı, bitişiğindeki Arkeoloji Müzesi ve Çinili Köşk ve Gülhane Parkı'yla birlikte emrine tahsis ettirebilir; emreder ve olur.
Ciddiye almayışım, gizlemeye gerek görmediği Türk-İslâm Kağanlığı veya padişahlık arzularının bana gülünç ve lüzumsuz görünmesinden; fakat seçmen kitlesinin bu ‘Yeni Osmanlılık' gösterisini, altın varaklı abartılı koltuk merakını ve Ankara Külliyesi'nde yaptırdığı kostümlü 16 Türk devleti tiyatrolarını ciddiye aldığından eminim. Benim dramım da burada başlıyor; halkımın hissiyatıyla hem-âhenk olmayı artık başaramıyorum. Onlar muktedirlerine bayılıyorlar. İcabında hukukun üstüne çıkmaktan çekinmeyen, ama milletine karşı şefkatli, muhabbetli ve yeri geldiğinde eski Türk Kaanları veya İslâm hükümdarları gibi otağının önüne dağ gibi düşman kellesi yığarak muhaliflerine dehşet, sevenlerine gönül ferahlığı veren tarihi liderlik modelinden hoşlanıyorlar. Bu noktada geri kafalı olduğumu itiraf ediyorum; bana göre hukuka saygılı, kurumları arasında ahengi gözetmek ve tarafsız arabuluculuk yapmaktan ötede gündelik siyasete girmeyen ve bayramdan bayrama görüntü veren bir cumhurbaşkanı yeter de artar bile.
Anlayabiliyorsunuz değil mi halkımdan ne kadar geriye düştüğümü!..
YILDIZ'IN YILDIZI PARLIYOR MU?
Böylece ‘Yalan söyleyen tarih utansın!' çizgisinde tarih tahsilini tamamlayan aziz ve muhterem muhafazakâr Müslüman kitlenin hâtırasında yaşattığı ‘Cennetmekân Sultan Abdülhamid Hân-ı sâni” imajı, Cumhuriyet'in 94. senesinde otantik mekânına, Yıldız'ına kavuşuyor demektir. Dolmabahçe Sarayı, Yıldız'ın müştemilatı, bir nevi kayıkhanesi mesâbesinde olduğundan onun da yakında Yıldız'a ilhakı beklenir. Barbaros bulvarı üzerindeki Hamidiye Camii şerifinin bundan böyle cuma selâmlıklarına sahne olması akla yakın görünüyorsa da, adı üstünde bütün ‘Selâtin' camilerinin sırayla ihyâsı da yakındır.
YENİ BİR ABDÜLHAMİD İSTER MİSİNİZ: OH BAYILIRIZ BİLE!
3M'nin, yani ‘Muhafazakâr-Milliyetçi-Müslüman' kitlenin tarihi eğilimlerine ve siyasi tercihlerine hürmet, demokrat centilmenliğin muktezâsındandır, lâkin 3M kitlesine ileride sıkıntı yaratabilecek bazı ayrıntıları hatırlatmak isterim. Rahmetli Abdülhamid Hân-ı sâni, kendi eliyle ilân ettiği Kanun-ı Esasi'yi otuz küsur sene rafa kaldırması bakımından fiilen bir müstebid idi, yani kibar bir dille otoriter; irâdesinin sorgulanmasından hiç hazzetmeyen, yakın çevresindeki sâdık paşalardan gayrısına itibar etmeyen, kadife eldiven içinde demir yumruk taşıyan bir padişahtı.
İstihbarat mevzularında hayli pimpirikli olduğu söylenir. Tamamen şahsına bağlı olarak çalışan hafiye teşkilatını ‘Arap İzzet Holo Paşa' diye mâruf sâdık bir bendesi yönetmekteydi. Başyaver ve serhafiyesi Fehim Paşa, Askeri mektepler Nâzırı Zeki Paşa, Zülüflü İsmail, Kabasakal Mehmet Paşa, Beşiktaş muhafızı 7-8 Hasan Paşa, Selim Melhame gibi Meşrutiyet inkılâbında İttihatçıların türlü hakaretleriyle mevkilerini kaybeden kişiler, vaktiyle Abdülhamid tarzı yönetimin saraya bağlı en güvenilir elemanlarıydı.
Dünle bugün arasındaki paralellikleri gördükçe insan sahiden hayret ediyor değil mi?
Neyse, devam edelim...
OKUYUN, SİZ DE HAYRET EDECEKSİNİZ
Abdülhamid-i Sâni'nin basın hürriyetinden hazzettiği de hiç söylenemez; bu devrin basın anlayışı ile özdeşleşmiş en önemli isim Baba Tahir diye bilinen medya patronuydu. “#Tarih” dergisinin “Geçmiş Zaman yandaşları” konulu son sayısında ‘Yandaş Gazeteciliğin Babası' serlevhasıyla hakkında hayli ayrıntılı iki makale kaleme alınan Baba Tahir, 8 yıl boyunca yayınlayıp yönettiği ‘Malumat' gazetesiyle Saray'ın en güvendiği sâdık basın patronu durumuna gelmeyi başarmıştı. Baba Tahir, Mâlumat'ın her sayısında padişahı abartılı sıfatlarla över, saraydan yüklü ödenekler koparmayı başarır, saraya jurnal göndermekte ihmâl göstermez ve gazetesini şantaj maksadıyla kullanmaktan çekinmez enteresan bir Bâbıâli karakteriydi. Abdülhamid'den aldığı nişanlarla yetinmeyerek, sevdiklerine de nişan verilmesi için aracılık yapmaktan çekinmeyen Baba Tahir, neticede işi sahte nişan ve berat bastırmaya kadar vardırarak kendi ipini çekti ve belâsını buldu. Saray, haddini aşıp ‘kağnı gölgesinde yakan' Baba Tahir'i yakaladığı gibi 15 yıllığına kürek cezasına çarptırıverdi.
Bir ara Heybeliada'da kumarhane açarak işlerini genişletmeye çalışan Tahir, 1908'de çıkan umumi af sayesinde yakayı kurtaracak ancak Türk basın tarihinin en pasaklı sayfalarının başına yerleşmeyi de başaracaktır.
İnsan Baba Tahir'in, önlenemez yükselişini, saray dalkavukluğunda gösterdiği müthiş atılımı ve kötü âkıbetini okuyunca ‘gerçekten hayret ediyor' ve ister istemez bugünlerde altın çağını yaşayan yandaş havuz medyasının büyükbabasıyla tarihin kuytu koridorlarından birinde ansızın burun buruna gelmenin şaşkınlığını yaşıyor.
...
Ne diyorduk? Şunu anlatmaya çalışıyorduk: Tarihi şahsiyetler kendi devri şartları içinde değerlendirilir. Yaptıkları her şey kusursuz ve mübah imiş gibi rol-model alınması ise yanlış olduğu kadar onlara haksızlıktır da. Devr-i Hamîdî geçeli beri ortalama hesap 120 sene geçtiği halde onun saltanat alâmetlerine ve davranışlarına heveslenmek, bir kısım 3M halkımızın hoşuna gitse de tehlikeli bir eğilimdir.
Padişahlık dünyanın en güzel rejimidir arkadaşlar; tabii padişah siz iseniz!
Cengiz Özkan, Hayâlmest ve yeni keşfim!
Meseleyi bilen okuyucular, ‘Oo hocam günaydın; Üsküdar'da sabah oldu' diye gülümseyeceklerdir, olsun. Birkaç aydan beri oğlumun tavsiyesiyle Spotify adında bir müzik platformunu (sitesi mi desem acaba?) kullanıyorum. Mutlaka benzerleri çoktur, onları bilmiyorum fakat Spotify'dan çok memnunum. İnternet yayınının olduğu her yerde istediğim müziği, keyfime göre listeleyerek yüksek kalitede dinleyebiliyorum.
Eskiden müzik meraklısı şahsi arşiv tutmak, plak, albüm, kaset, CD biriktirmek zorundaydı ve bu yolla ancak belirli sayıda esere ulaşmak mümkündü. Şimdi dünyanın bütün müziklerini, üstelik korsan yayınlara bulaşma riski olmaksızın yüksek ses kalitesiyle cebinizde gezdirebiliyorsunuz. Büyük imkân, büyük konfor.
Aziz hemşehrim Cengiz Özkan'ın ‘Hayâlmest' adlı çiçeği burnunda yeni albümünü işte bu programda dinledim ve istedim ki, sizler de bu güzel haberden hissedar olasınız.
Cengiz Özkan hakkında tarafsız olmam mümkün değil, hemşehrilik gayretini kastetmiyorum; zaten yıllar önce bir yerde tanışmış ve bir daha görüşmemiştik ama yaptığı müziği dikkatle takibe gayret ettim, sevdim. Cengiz Özkan benim için şöyle bir sanatçıdır: ‘Acaba bu türküyü Cengiz söylese nasıl yorumlardı?' Bu ölçüyü önemsiyorum çünkü ortalık yerde ‘ses sanatçısı' diye göründüğü halde “Şu eseri, bu sanatçıdan dinlemek kimbilir ne güzel olurdu?” dedirtmeyi başaramayan çok insan var.
Hayalmest, seçilen eserleriyle tam da müzik zevkime hitab eden bir albüm. Kıdemli fakat pek bilinmeyen eski eserlerden oluşuyor. Bana göre albümün en dikkate değer eseri, vaktiyle Abdullah Papur'un bestelediği ‘Sallana Sallana” isimli türkü. Her mısraya Türkçe başlayıp Kürtçe devam eden bu esere hâkim olan yoğun hüzün, bugünlerin ağır siyasi iklimini ve iki arada bir derede hiç olup giden barış sürecini hatırlattı bana. Kürtçe ibârelerdeki yanlışlıklardan sorumluluk kabul etmemek şartıyla bu güzel türkünün sözleri şöyle:
“Sallana sallana neçe ser ave (gitme suyun başına)
Yıkanmış esvabı raxe ber tave (kaldır güneşin önünden)
Bir öpücük isterem xeyra de u bave (anan baban hatırına)
Yabancı değilem pismame temme (kuzeninim)
Ne dur im ne nezim cirane temme (ne yakın ne uzağım, komşunum senin)”
Geçenlerde bir kanalda tanımadığım biri esaslı bir söz söyledi ve dedi ki; “Müzik dinlemek, insanlara karşısındakileri dinlemeyi öğrettiği için önemlidir”. Esaslı sözdü. Bu bakış açısıyla yeniden dinlendiğinde türküler, eski tadından çok farklı şeyler söyleyebiliyor insana.
Hayâlmest'i bir de böyle dinler misiniz?