Halkıma simültane tercüme
-Bak şimdi, tabaktan bir şeker alıyorum; şeker avcumda. Şimdi avcumu kapatıyorum. Bil bakalım, bunca yılın gazetecisi olacaksın; avucumda ne var?
-Şeker!
-Heh hee... Senin için iki haberim var, biri iyi biri kötü. İyi haber şu; bildin. Kötü haber şöyle; başın belâda! Bunun bir devlet sırrı olduğunu anlaman ve ‘Siz neyi takdir edersiniz avcunuzda o vardır; sizden talimat almadıkça bir fikir yürütemem' demen gerekirdi. Suç işledin ve avucumdakini yüksek sesle söyledin. Bunu senin yanına bırakmam ben! Müebbetle yargılanacaksın... hattâ yargılandın bile...
-Bi dakka yahu; niçin devlet sırrı olsun ki, bir; avcunda şeker var işte. İki, avcundaki şekerin devletle ne ilgisi var? İşte bak, aç avcunu; şeker!..
-Çocuğum sen hem cahil, hem inatçısın. Avucumda şeker olabilir fakat ben ona hem yayın yasağı, hem de devlet sırrı niteliği veriyorum. Ayrıca suçunu hem ikrar ettin ve ikinci kere avcumu açtırarak suça devam ettin; buna teammüd derler ve çok fena bişeydir.
-Ama önceden söylemen gerekirdi bu devlet sırrıdır diye...
-Bu küçük bir ayrıntı ve devletin yüksek çıkarları söz konusu olunca, böyle basit mantık numaraları hiçbir işe yaramaz. Sen devleti bilmiyorsun; devlet çok şey bi şeydir!
-Boşversene sen bu ülkede hâkimler var; hangi mahkemeye çıksak saçmaladığın kolayca anlaşılır.
-Keh keh... Sen öyle san; evet bu ülkede hâkimler var, hem ne hâkimler; konuya çok hâkim hâkimler. Devletin âlî menfaatleri deyince sustalı çakı gibi esasduruşa geçen vatansever hukukçular. Sen ne yitirdin ne arıyorsun?
-Olabilir, ben de hakkımı dışarda ararım, sana pabuç bırakmam. Evrensel hukuka giderim...
-Tabii gidersin, hakkın; ne var ki ancak gidersin! Gitmeden önce bizim devlet koğuşlarında kaç yıl beklemen gerektiğini bilmiyorsun tabii. Göle su gelene kadar kurbağanın canı çıkar oğlum.
-Dış dünya, demokrasinin temel ilkeleri, meslek kuruluşları, haber yapma hakkımız...
-Ah canım benim, kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi? Dünyadan haberin yok ayol senin. Senin dış dünya dediğin mahallenin en bıçkın kabadayısının fiyakasına az önce jilet atmış biriyle konuşuyorsun şu an.
-Yok yav, nasıl oldu bu?
-Şöyle... Baktım bizim kapının önünde terbiyesiz hareketler yapıyor, sekiz köşe kasketi yıkmış kaşının üstüne, pencerelere bakarak serseri serseri volta atıyor, bıyık buruyor filan...
-Ee, n'aaptın usta?
-N'aapıcaam, önce pencerenin camını açıp bütün terbiyemle, ‘Bak oğlum git' dedim. ‘Burası salyangoz satılacak yer değil. Sen kiminle dans ediyorsun?' Aa hâlâ polüm yapıyor eleman... Kafamın tası attı, bir hışım çıktım kapıya, yakasını toplayıp budur diye kafayı gömünce tozşeker gibi dağıldı gitti. Ağzı burnu birbirine karıştı. Sonra biraz pişman oldum, dedim arayın şunu bi gönlünü alayım; aslında delikanlı çocuk, takdir ediyorum. Adama bak, telefonuma çıkmıyor yav? Yav kardeşim kimsin sen; bi defa ben sana kafa atarken kim olduğunu biliyor muydum bakalım? Sen mahallede artizlik yaparsan kuraldır, biri çıkar raconu keser annıyo musun? Neyse efendim bu gitmiş sağda-solda ağlıyor, özür dilesinler filan.
-Dileyecek misin?
-Laayyn, biz kimin torunuyuz be? Fatihlerin, Yavuzların, Tarkanların, Karaoğlanların torunu değil miyiz? Yok öyle özür filan. Adam ol canımı ye, o ayrı. Hâlâ şurda burda ötüp duruyor.
-Peki, n'oolacak bu işin encâmı?
-Sen onu boşver, bu işler düzelir zamanla. Şimdi bil bakayım avcumda ne var?