Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Uykuyla uyanıklık arasında şuur, yokuş aşağı inerken vitesi boşa alınmış otomobil gibi âheste-beste salınırken düşmüş olmalı bu ilham zihnime...

Nerden icab etti, nasıl zuhûr etti bilemiyorum, o dalgınlıkla karışık şuur halinde kendimi memleket meselelerine yoğunlaştırmış olsam gerektir ki Türkiye'de şehircilik hareketlerine kesin ve nihai çözüm teşkil edecek bir projenin temel taslağı resmen ve alenen bana ilham olundu!

“İlham olundu” kelimelerinin altını çizmiyorum, siz onu pekâlâ “aklıma düştü”, “Kafamın içinde binlerce lâmba yandı” türünden bir zuhûrat da sayabilirsiniz. Son zamanlarda “Bana ilham olundu” yarım cümlesiyle lâfa başlayıp da devamında kıyamet kopmazdan evvel kendisine âcilen biat etmemizi isteyen şahısların adedinde çoğalma kaydedildiği için şu fakiri o zümreden saymamanızı hasseten istirham ediyorum.

“N'olacak bu şehirlerin hali?” diye kafaya takmışım demek ki; birader, sana ne şehirlerin hâlinden, şehircilikten şundan bundan? Dedem bu gibi durumlarda, yani üzerine hiç vazife olmadığı halde havanın neminden hisse çıkarıp kendini üzen benim gibi aylâkları haşlamak için,

-Herifin üç tane keçisi var, ıslığından geçilmiyor yahu! derdi. Benim keçim filan yok fakat kendimi enikonu mutlu ve varlıklı hissetmeme yarayan yazarlık gibi bir işim var. Lâf ile dünyaya nizâmat veriyorum: “Şu şöyle olsun, bu böyle olmasın; o fazla uzun, bu fazla kısa! Herkes sırayla kendine gelsin, yöneticiler haddini bilsin!” vesaire. Arasıra isabet ettirdiğimiz olmuyor değil lâkin ben misâl birtakım erbâb-ı kalemin, dünya kupasına maç nakletmeye gitmiş Türk spikerleri gibi, “Falan futbolcu şu mevkide oynamalı, ben olsam filanca taktiği uygulardım” şeklinde ukalâlık yapmasını andırır tarzda âleme düzen vermeye kalkışmamızda mizahi bir taraf yok mudur?

Elbette vardır. Köşe yazarının, düpedüz budalalık ettiğini kontrol için yevmiye en az bir kere, “Ben ne yapıyorum, nasıl yapıyorum, bu işin aslen idüğü nedir?” deyu kendini sigaya çekmesi vâcip derecesinde elzem bir keyfiyettir. Ne var ki, kabul ediyorum, tatlı bir şeydir bu; budalalıkta tatlı bir cihet olmasaydı sayımız hiç bu kadar fazla olur muydu efendim?

“İlham olundu”da kalmıştık... Rüya ile uyanıklık arasında bana ilhâm olundu ki, şehirlerin muhtelif yerlerine gökdelenler dikerek, arz yüzeyine doğru bir türlü genişletmeyi beceremediğimiz arsa üretimi dikine üretmek aslında pek fena bir fikir değildir, hatta çok iyi bir fikirdir fakat yarım-yamalak uygulandığı için iyi sonuç vermemektedir!

Yapılması gereken şey, eski moda şehircilik anlayışından tamamen vazgeçerek bütün şehri gökdelen esasına göre yeniden şekillendirmektir. Ne yeşil alan, ne park, ne meydan, ne de cadde ve sokak.

Şehrin tamamı devasa bir gökdelen olarak inşa edilmelidir!

Bu durumda gökdelenler arasında kalması muhtemel boşluklarda, yıkıcı rüzgâr koridorları kalacağından binalar bitişik nizamda tasarlanmalıdır. Yani bütün şehri tek bir gökdelen gibi düşünmeniz gerekiyor. Nasıl?

“Öyle şey olur mu” demeyelim lütfen, “Sana ilham olunduğu filan yok, resmen kâbus görmüşsün, böyle rüyalar salih olmaz” diye ahkâm kesmeden önce konuya şehircilik nimetleri açısından ve pratik bir nazarla bakmayı deneyiniz. Şöyle ki:

Bir defa adaletsiz rant bölüşümüne ebediyyen son veriyor gökdelen-şehir projesi. Dikine doğru istediğiniz kadar yükselebileceğiniz için yeni arsa üretmenin temel mâliyeti, binanın inşaat maliyetinden daha yüksek olamayacaktır. Kezâ, bir gökdelen-şehirde “Şerefiye” kavramı anlamsız hale geleceğinden arsa değerleri şehrin her yerinde aşağı-yukarı aynı minvalde tutulacak, “Benim evim deniz görüyor, dağlara bakıyor, önünden ırmak akıyor” gibi iptidai avantajların hükmü kalmayacaktır. Nasıl?

İnşaat maliyetlerinde büyük tasarruf cabadan! Arsa ucuz, inşaat maliyetleri minimize; böylece inşaatçılık sektörü kârını katlayarak büyüyen bir sektör olmaktan çıkıp bir altyapı hizmeti haline dönüşecektir ve vatandaş bundan kârlı çıkacaktır.

En mühim avantajlar bundan sonra geliyor!

Gökdelen-şehirde “Yok viyadüktü, köprüydü, tüneldi, otobandı” türünden ağır masraf gerektiren kamu yatırımlarına gerek yoktur. Ulaşım, gökdelenler sistemi içinden geçecek tüp ulaşım kanallarıyla sağlanacaktır. Özel araç edinmek ve birbirinden pahalı ve hızlı modeller edinmek için insanların didinmesine ne hâcet? Şehir yönetiminin, tüp kanallarında işleteceği ferdi ve toplu ulaşım sistemi, ulaşımı çile olmaktan çıkarıyor. Trafik tıkanmalarına, hava kirliliğine, israfa ve strese son. Nasıl?

“Ben güneşsiz duramam, hani güneş ışığı?” denilebilir. Dilerseniz akıllı aynalar sistemiyle 24 saat güneşlenebileceksiniz.

“Yeşil alan isterim, AVM isterim; nerede piknik yapıp mangal tüttüreceğim ben” diye huysuzlanmalara son! Bitişik nizam gökdelen sistemi içinde gerçek ağaçlardan müteşekkil parklarınız, şelaleleriniz, hatta Venedik kanallarını andırır su yollarınız olacak.

Sizin yerinizde olsam AVM meselesi üzerinde fazlaca durmam zira gökdelen-şehir, AVM'lerin arasında boşluklara yerleştirilmiş mesken sistemi demektir!

İstanbulluların pabucuna taş kaçmıştır şimdi; “Boğaz n'olacak mesela” diye; Boğaz'la mutlu bir azınlık haricinde kimsenin ilgisi yok zaten. Boğaz'ın üstü tamamen kapatılacak, asma köprü sistemi mânâsız hale gelecek, böylece yeni inşaat alanları ortaya çıkacak ve arsa ucuzlayacak. Nasıl fikir ama?

“Tarihi eserlerimden vazgeçmem!” diyenler için yapılacak bir şey yok; kaldı ki onlar tarihi eserlerine vaktiyle lâyıkıyla sahip çıkmadıkları için bu itirazdan mahrumdur. Tarihi eserler, tabii zemin kotunda dayanıklı plastikten bir fanus içine alınıp üzerine tabiatiyle gökdelen-şehrin sair bölmeleri konulacak. İsteyen şehrin “bodrum katı”na inip tarihi eserleri ziyaret edebilir efendim; nasıl?

Güvenlik hizmetlerini “Büyük ağabey” firması kusursuz bir şekilde izleyecek; sıkıysa izinsiz gösteri yapın bakalım, büyük ağabey ne yapıyor sizi! Kaldı ki yürüyüş ve koşu parkurları, hatta stadyumlar yine olacak. Her şeyiniz olacak sevgili şehir ahalisi, her şeyiniz olacak ama tabiata vedâ edeceksiniz. Hemen kızmayınız ve düşününüz: Zaten ona iyi davranmıyordunuz ki, fırsatını düşürdüğünüz her yerde onu vahşice kemirdiniz ve sömürdünüz. Tabiatı içinde âhenkle yaşanılır bir yer olmaktan çıkarıp park ve piknik gibi iki basit lükse tahsis ettiniz.

Tabiat neyinize ey şehir ahalisi, tabiat sizin neyinize? Alın gökdelen-şehirlerinizi, alın konforunuzu, alın “merkezî lokasyon”unuzu, bakın keyfinize.

Doğrusu bunca nimet ve konfor için tabiat, ödenmesi gereken pek küçük ve gözden çıkarılabilir bir bedeldir.

Nasıl?