Genetiğimizdeki pâdişahlık özlemi
Büyümek demek, biraz da masal sıcaklığından kopuş mânâsına gelir.
Masal sıcaklığı?..
Masal sıcaklığı, sağlam, anlaşılır, basit ve sonu illâ ki güzel biten her filmden, her romandan, her hikâyeden beklediğimiz ve sonunda aldığımız şeydir. Yeşilçam sinemasının siyah-beyaz kordelâlarında yarım asır sonra hâlâ bulabildiğimiz bir eskimeyen lezzettir. Her iyi yazı, her düzgün film, her sağlam hikâye bize eninde sonunda dekoru, şahısları, kahramanları ve dili değişebilen bir masal anlatır. Edebiyat, başından sonuna bu sıcaklık üzerine kuruludur. Sinemâ endüstrisi ise hâkezâ...
PADİŞAHIN ÜÇ KIZI
“Mesarif olmasın” diye 30 mumluk sarı bir ampulün güç-belâ aydınlatabildiği odanın sobaya yakın bir yerinde öbekleşen çocuklar, biraz sonra başlayacak şölenin heyecanıyla bekleşirken, kendini epey naza çeken masalcı anne sözlerine şöyle başlar,
-Bir varmış, bir yokmuş; memleketin birinde bir padişah varmış...
Çocuklar, biraz sonra içine girecekleri âlemin büyüsünü zenginleştirmek, içine iyice gömülebilmek için göğüslerine çektikleri bacaklarını kollarıyla kenetleyip başlarını eğerek, bazen nefes almayı bile unuturcasına pürdikkat kesilirler.
-Padişahın üç kızı varmış. En büyüğün adı...
PADİŞAHLAR NİÇİN ‘KAFADAN' İYİ İNSANLARDIR?
Padişah! Ne kadar âşînâ, ne kadar tanıdık bir kelime. Batı dünyasında kelimenin karşılığı kraldır; bizde padişah. Cumhuriyet'in kurulduğu yıl doğan çocuklar bugün 92 yaşında; üç-dört kuşaktan beridir Cumhuriyet çocuğu olsak da padişah kelimesi zihnimizde devanası, acuze, vezir, keloğlan, peri kızı, fukara çoban, bey kızı gibi hayalhânemizi dolduran isimler olarak hâlâ yaşıyor.
Padişahlar, -kaldırım ağzıyla söyleyecek olursak- ‘kafadan' iyi insanlardır ve reâyanın, yani yönettikleri insanların iyi, sağlıklı, mutlu olmasını isterler. Arada ezkazâ niyeti bozuk bir padişah çıkarsa, onun mutlaka karnından pazarlıklı, kötü niyetli, kıskanç ve cin fikirli bir veziri vardır.
Masal kültüründe kötü padişah olmaz; padişah bizatihi iyilik ve adâlet timsalidir. Kötülük ve fitne ondan değil, yakın çalışma arkadaşlarından, çevresindeki erkânıharb takımından çıkar. Bu fikir, mutlak monarşi kültürümüze, ‘Padişah iyi ama etrafındakiler onu yanlış yollara yönlendiriyor' klişesiyle yansımıştır.
Karnından pazarlıklı alçak vezirin, türlü desise ve zehir suikastleriyle günün birinde padişahın yerine geçmek gibi bir emeli olabilir fakat masal kahramanlarından birinin hikâyenin sonunda padişah olması görülmüş, işitilmiş işlerden değildir. Hikâyenin sonunda esas oğlan, yani Keloğlan veya çoban veya reâyadan bir esnafın veya çiftçinin oğlu için mümkün ve muhtemel en büyük dünyevî ve siyasi mertebe padişahın dâmâdı olarak ucundan-kenarından saraya intisâb etmekten (kapılanmak) ibarettir ve mutlu sonun genç kızlar için padişahın gelini olup iyi yürekli, yiğit ve dünyalar yakışıklısı şehzâdeye varmak şeklindeki varyantı da mümkündür.
Saraya gelin veya dâmât gitmek! Dünyevî kariyerlerin en yücesi; mutlu son!
AÇ BULDUM DOYURDUM, ÇIPLAK BULDUM GİYDİRDİM
Masal padişahlarının modern siyaset teorisindeki klasik vasfı ‘âdil'dir. Padişah dediğin âdil olur; eninde sonunda haklıyı haksızdan ayırır, kötülere de kırk satırla kırk katır arasında tercihte bulunmak gibi bir ceza verir; haklıları ise evvela kızını veya oğlunu nikâhladıktan sonra kırk gün kırk gece düğün kurup deve yüküyle hazine bağışlayarak mükafatlandırır.
Yoksulu doyurur; reayayı gözetir ve bütün siyasi sorumluluğu da bundan ibarettir. Bu yüzden Sünni fakihler, eğer padişah âdil ise ona itaati farz derecesine şart görürler. Zalimse de pek mühim bir şey fark etmez; bu durumda zalime sabırla tahammül etmek de bir nevi zühd ve takvâ dairesinde sayılır.
Hele hele o padişah reâyanın karnını doyuruyor, sırtını giydiriyorsa..
ALİ BABA'NIN DİGİTAL SAATİ VEYA ALTIN SAYMA MAKİNeSi
Masal edebiyatı deyip geçemeyiz; ninemizin yumuşacık dizi dibinde can kulağıyla dinlediğimiz masallar, toplumsal genetiğimizde saklı siyaset kültürünün en aktif parçası sayılır. O yüzden hiçbir masal,
-Bir varmış bir yokmuş; günün birinde memleketin birinde demokrat bir padişah varmış, cümlesiyle başlamaz. Bir padişahın demokrat, katılımcı, müsamahakâr veya çoğulcu olması, Ali Baba ve Kırk Haramiler'deki Ali Baba karakterinin kamu sektöründe çalışan bir maliye müfettişi olması kadar tatsız ve aykırı bir durumdur. Tarih diliyle ‘anakronizm'in ta kendisidir.
Reâya deyip duruyoruz ya; reaya dediğiniz bizim gibi vatandaşlık haklarını kullanmaya pek teşne duran, aklı karışık ve huysuz takımıyla bir tutulmamalıdır. Adaletsizliğe uğramadığı ve karnı doyduğu müddetçe siyasi otoriteye, yani padişaha sadakatte kusur göstermeyen bir tiptir reâya. Yönetime katılmayı, yanlışlıklardan ötürü hesap sormayı, hele hele sağda solda padişah aleyhinde ileri-geri söylenip muhalefet etmeyi aklından bile geçirmez. Yönetim dünyasına karışmak, reayadan biri için balığın karada yaşamayı arzu etmesi gibi çirkin, mânâsız ve ayıp bir özlemdir. Masallardaki yönetici sınıf, mahalle kahvesi değildir ki her aklına gelen uğrayıp orta şekerli bir kahve ısmarlayabilsin!
HAFIZAMIZIN GENETİK KODLARIYLA KİM OYNUYOR?
Demokratik hukuk devleti bir tercihtir; bu tercihi beğeniyorsanız her şeyden önce, ‘Devletim beni adam yerine koysun; fikrime ve haklarıma saygı göstersin. Daha önemlisi devletle benim aramdaki hukuku düzenlerken beni ezip geçmesin, kendini sınırlandırsın ki ben de kişi olarak haklarımı kullanabileyim' diye bir talebiniz var demektir.
Evet, demokratik düzenler özü itibariyle uzlaşma kültürüne öncelik veriyor. Sadece partilerin uzlaşması, öyle her kriz anında ‘milli birlik ve beraberlik etrafında kenetlenmesi' biçiminde de değil. Demokratik nizam devletin vatandaşıyla onun haklarını önde tutarak uzlaşması, ‘Sivil toplum'a saygı göstermesi, tarafsız ve bağımsız bir hukuk cihazı inşa ederek insanlara kendini güvende hissettirmesi demektir. Elbette koalisyonlar da olur. Koalisyon ille de istikrarsızlık, kaos, kriz demek değildir; aksine farklı siyasi görüşlerin asgari noktalarda bir araya gelmesidir.
Demokratik nizamın müphemliğine rıza göstermektense ‘âdil bir padişah' görünce hemen onun gölgesine sığınarak temel haklarından vazgeçmek bir kısmımıza kolay ve câzip görünüyor. O yüzden ilk kriz ânında ‘demokratik yük'ten kurtulmayı seçiyor fakat sonuçta padişahının ihsân ve atıfetiyle geçinmeye razı bir reaya uysallığına bürünüyoruz.
Burada iki temel tercih var: Ya demokratik toplum ve eşit vatandaşlık talebi veya herkesin geçim ve güvenlik sorumluluğunu üstlenen bir pâdişahın idaresinde reâya olmak!
Birileri, pâdişahlık devirlerinin sorumsuz rahatlığına yeniden dönmemiz için hafızamızın genetik kodlarıyla oynayıp duruyor.
Ve bir tercih noktasındayız.