Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Diasporalarda Türk düşmanlığı yaparak geçinen ve tehcire uğrayan Ermenilerin üçüncü kuşağına mensup olanlar bile böyle sistematik ve toplumsal gerçekliği bulunan bir intikam bilincinden bahsedemezler; çünkü yoktur. Esasen böyle milli bir hınç şuuru mevcud olsaydı saklanamazdı; en azından atasözlerine, türkülere, hikâyelere, efsânelere ve hâfızalara kazınmış olurdu ve

ne kadar titizlikle saklanırsa saklansın günün birinde su yüzüne çıkardı. Konuyla ilgili söz söylemek isteyenlerin mecburen itaat ettikleri "sözde Ermeni soykırımı" tamlaması bile, ne kadar müdafaa hâletine mahkûm kaldığımızı gösteren bir örnektir. Bütün mesele "soykırım" kavramı etrafında düğümleniyor zaten; 1915 yazında Anadolu'da yaşayan Ermenilerin başına kötü şeyler geldiğini kabul etmeyen yok. Osmanlı ordusunun ve özellikle içerde asayişi korumakla görevli jandarma birliklerinin cephede bulunmak zaruretinden dolayı kamu nizamının geçici bir sarsıntıya uğradığı o aylarda, Doğu Anadolu'daki Rus işgalinden güç alarak isyana kalkışan Ermeni paramiliter birliklerinin Müslüman köylerine saldırdıkları, ilerleyen Rus askeri birliklerine mihmandarlık yaptıkları, hatta çoğunun Rus üniforması altında ahaliye zulmettiği ve bu suretle doğuda bir Ermeni devleti kurmaya kalkıştıkları bilinen şeyler. Buna mukabil Osmanlı hükümeti, zaten önemli bir kısmı işgal altında cereyan eden bu mezâlimi önlemek için Ermeni nüfusunun ülke içinde yer değiştirmesine karar vermiş. Bu, kaçınılmaz ama iç güvenlik zaafından ötürü yer yer kötü uygulanmış bir tedbirdir; zaten olayları bastırmak için nizami güvenlik kuvvetleri kullanabilme imkânı olsa, tehcire lüzum görülmeyecekti. Tehcirin kapsam itibariyle geniş tutulduğu, iyi uygulanamadığı ve göç yollarında, hepimizi utandıran hadiselerin vuku bulduğu da bir hakikattir.

Tartışmanın en kırılgan ama bugüne kadar lâyıkınca dillendiremediğimiz nirengi noktasını ise şu: Osmanlı hükümetinin veya ahalisinin, takriben bin yıllık müştereken aynı topraklarda yaşamak ve komşuluk etmek tecrübesi içinde münhasıran Ermenilere karşı biriktirdiği, zaman içinde yoğunlaştırarak kıvama getirdiği ve âdeta bir milli davranış kalıbı haline koyduğu sistematik ve küllî bir düşmanlık mevcut muydu? Yani Osmanlı Müslümanları arasında Ermenileri son ferdine kadar kırmak noktasında toplumsal bir hınç, bir intikam bilinci var mıydı?

Diasporalarda Türk düşmanlığı yaparak geçinen ve tehcire uğrayan Ermenilerin üçüncü kuşağına mensup olanlar bile böyle sistematik ve toplumsal gerçekliği bulunan bir intikam bilincinden bahsedemezler; çünkü yoktur. Esasen böyle milli bir hınç şuuru mevcud olsaydı saklanamazdı; en azından atasözlerine, türkülere, hikâyelere, efsânelere ve hâfızalara kazınmış olurdu ve ne kadar titizlikle saklanırsa saklansın günün birinde su yüzüne çıkardı. Tam aksine o devrin toplumsal tarihine dair bildiklerimiz, Müslümanlarla Ermenilerin, şaşırtıcı sayılabilecek bir âhenk ile komşuluk ettiğini gösteren sayısız hâtıra ile doludur ve 1915 tarihi, Osmanlı Müslümanları ile Osmanlı Ermenileri arasındaki tarihi ve sosyal ilişkilerin seyrinde milâdı hatırlatır bir kırılma noktası, bir dramatik viraj gibi karşımıza çıkmaktadır.

Bütün üzücü taraflarına rağmen 1915'in Osmanlı Müslümanları ile Ermeniler arasındaki toplumsal ilişkiler bakımından yeni bir düşmanlık psikolojisinin doğuşuna başlangıç teşkil etmediğini görüyoruz. O tarihten sonra yeniden yaşadığı yerlere dönebilen veya hiç tehcire uğramamış durumdaki Ermenilerle Müslümanlar arasında yeni bir hınç duygusunun yaygınlaşmamış olması da son derece dikkat çekicidir. Sayıca çok az da olsa Anadolu'da hâlâ Ermeniler var; Cumhuriyet'in kurulmasından sonra Türkiye'yi terkederek Batı'ya göçen (meselâ ABD'nin California eyaletinde 700 bin Ermeni'nin yaşadığından söz ediliyor; bu rakamı veren şahıs, geçen hafta, soykırım yaptığımız için Türkiye'yi kınamaya kalkışan California valisi Arnold Scharzenegger'dir; böyle sistematik bir soykırımdan 90 sene sonra, ABD'nin bir eyaletinde bu kadar Ermeni'nin bir arada yaşaması, şu meşhur soykırımın hiç de 'soykırım'a benzemediğini göstermez mi?) Ermeni nüfusu, Anadolu'da kalmaları halinde etraflarını kuşatması muhtemel nefret dalgasından ziyade (ki bu vakıayı da tamamen yok sayamayız) kendilerine daha müreffeh bir hayat vadeden Batı ülkelerinde yerleşmeyi tercih ettiler. Soykırım iddiasını Türkiye'yi uluslararası planda Türkiye'nin başına belâ eden kuşak ise, tehcir günlerini bizzat yaşayan ve birinci ağızdan öğrenen ilk kuşaktan ziyade üçüncü kuşağa mensup, batılı kültürle yetişmiş ve Türkiye ile doğrudan hâtırası bulunmayan insanlardır.

Türk'e Türk propagandası yapmanın lüzûmuna inananlardan değilim; bu satırları okuyan diasporalı üçüncü kuşak Ermenilerden bazılarının, bu saatten sonra "gerçekler hiç de bildiğimiz gibi değilmiş" demesini de beklemiyorum ama o pek vurgulanmayan gerçeği bir kere daha hatırlatmakta fayda görüyorum: 1915'te 'soykırım'ın toplumsal zeminini oluşturan, yaygın ve mânidar bir hissî infilâkten söz etmek mümkün değildir. Bir sene önce, 1914'te savaş çıkmamış, Türkiye'nin doğusu Çarlık Rusyası orduları tarafından işgal edilmemiş olsaydı, o trajik hadiseler asla vukubulmayacaktı.

İşte bu, Ermeni meselesinin sosyal psikoloji boyutudur; o güne kadar birbirini "iyi komşu" bilen, dinlerinden başka bütün kültür kodları paylaşan insanların arasına, uluslararası siyasetin nasıl kanlı bir bıçak gibi girdiğini gösterir.

OKUYUCU KATKISI: TÜRKLER SOYKIRIM YAPAMAZ ÇÜNKÜ...

Aşağıdaki tesbitler bana ait değil, yakın bir dostumun mektubudur. Konunun pek işlenmemiş bir başka boyutunu hatırlattığı için sizin de haberdar olmanızı istedim; aynen yayınlıyorum:

"Ne zaman soykırım iddiaları ortaya atılsa aynı şeyi söylerim. Biz soykırım yapamayız, yapmış da olamayız. Neden mi? Çünkü soykırım sistemli bir olay. Bizim bünyemize aykırı. Anlatayım, görün. Örneğin Naziler... 6 milyon Yahudiyi, Çingeneyi, solcuyu, eşcinseli, aykırı insanı yoketmek için inanılmaz bir düzenek kurulmuş. Bu insanlar önce tek tek fişlenmiş. Bulundukları yerler işaretlenmiş. Şecereleri çıkartılmış. Adresleri belirlenmiş. Evlerinden alınmışlar. Biraraya getirilip bir başka yere nakledilmişler. Bunlar için özel kamplar yapılmış. Trenler tahsis edilmiş. Buralarda değerli eşyaları ayrılmış, altın dişleri sökülmüş, saçları kesilmiş, üniforma giydirilmiş, kamplara konulmuşlar. Sonra bu insanlar kamplarda çalıştırılmışlar. Gaz odaları, fırınlar yapılmış. Mühendisler, bilimadamları çalışmış. En kolay, en ucuz şekilde bunları yoketmenin yollarını bulmuşlar. Binlerce insan, binlerce subay, asker, polis, görevli, gönüllü hep beraber yıllarca bunun için inanılmaz bir sistem ve hiyerarşi içinde çalışmış. En küçük bir aksama olmaması için SS teşkilatı deliler gibi çaba harcamış. Kimse, 'biz ne yapıyoruz,' diye sormamış.

Böyle bir sistemi biz, bırakın bir azınlığı yoketmeyi, kendimizi kurtarmak için bile kuramayız. Bir kere bizde bu boyutta bir organizasyon yapılamaz; yapılsa yıllar boyu devam edemez. Biz merhametli milletiz. Öyle yukarıdan emir geldi diye çoluğu çocuğu gaz odalarına yollayacak birkaç manyak çıksa da binlerce manyak birarada bunu yapamaz. Zaten torpil olayı devreye girer hemen. 'Yahu şu geçen aile bizim komşu, bunları idare ediverelim' demeye başladık mı fırına girecek kimse kalmaz. Hadi diyelim getirdin insanları fırının önüne. Başındaki görevli, 'iki kişi için fırını yakamam, bekleyin hepsini getirin, öyle..' demeyecek mi? Ayrıca bizde böyle delinin biri milleti yoketmeye karar verdi diye her dediğini yapacak bu kadar adam bulunmaz. Mutlaka itiraz ederiz biz. İmparatorluk zamanında bile böyle bir sistem kurulamadı memlekette.. Bize öyle tiranmış, diktatörmüş, sökmez. Askeri darbe yapan Kenan Evren bile bütün gücüne rağmen kapı kapı gezip 'vallahi ben aslında diktatör değilim, durum çok fenaydı, mecburen darbe yaptık, biraz işleri yoluna koyalım meraklısı değiliz, gidip salatalık ekeceğiz' şeklinde konuşmalar yapıyordu. Yine de milletin gözüne giremedi, ayrı. Memleketin en ciddi, en sıkı, en sistemli yeri neresi diye sorsak herkes askeriye diye cevap verir. Gittik askerlik yaptık, gördük. Orada bile hemşerisini bulan işini yürütüyor, araziye uyuyor. Bizim yapabildiğimiz en büyük katliam, belediyelerin, arada bir, üç tane zavallı titreyen köpeği itlaf etme konusundaki acınası çabasından ibarettir. Onu da yakalayalım derken zabıta kendi telef olur."