Erdeeem huu, nerdesin ayol?

Kanuni Sultan Süleyman'ın ölümü üzerine şairin biri “Yanında bunca kulundan bir âdemin bile yok/ Bu nasıl seferdir ki beyim ihtiyâr ettin?” diye yazmış.

Bu beyitle AKP'nin yeni yönetim kadrosunun tamamen saray kontrolünde düzenlenmiş olmasının ne alâkası olabilir ki?

Tabii ki hiç alâkası yok: Sayın Erdoğan'ın, ‘Saray'a giderken yerine tam tamına ‘Sadr-ı âzam' denilmese bile ‘kaim makam' olarak tayin ettiği Sayın Davutoğlu'na tamamen kendi adamlarından derlenmiş bir buket yollamasıyla yukarıdaki beyti birbirine bağlayan ‘paralel' bir mânâ bulunamaz. Sayın Erdoğan'ın Başbakan'a pek güvenemediği, ‘Kızı gönlüne bırakırsan ya davulcuya varır, ya zurnacıya' şeklinde düşündüğü için oturup onca işi arasında parti listesi yapması hem mübârek anayasamıza hem de Türkiye gerçeklerine aykırı bir fantezi olur.

Dedikoduyu geçelim, burada şair bir pâdişahın ölümündeki şaşırtıcı çelişkiyi anlatırken diyor ki, “Ey cihan padişahı, ey bu devrin en kudretlisi, ey en yakışıklı adam; sen ki değil sefere çıkmak, -hâşâ minhuzur- ayakyoluna bile korumayla gider, bir dolmuşluk mesafeyi bile helikopterle alır, iftara davet edildiğinde aşçını, çeşnicibaşını, ibrikçini, peşkircini de beraberinde götürürdün. İmdi sana ne oldu ki seni onlarla beraber değil de tek başına musallaya yatırdılar? Yanında onca maiyetinden, kulundan, yardakçın, yandaşın ve hattâ âşıkından kimse kalmadı, işte bak tek başınasın! Böyle sefere çıkılır mı falan filân...”

Sayın Davutoğlu'nun onca özene-bezene yetiştirip bir araya getirdiği ‘has ekib'inden bir ‘âdemi' bile listeye yazdıramayışı işin trajik kısmıydı; dramatik bölümünü ise kurultay konuşması teşkil ediyor.

Vaktiyle fakülte yıllarında Cebeci'den Ulus'a tabanvayla ‘Büyük Ülkü geceleri'ne giderdik; o gecelerde bıyığı kazan kulpu, sadâsı borazan gür sunucu abiler bundan daha güzel hamasî konuşmalar yaparlardı sonu ‘selâm olsun'la biten... Gençken biraz gideri var hamâsî nutukların ama artık çekilmiyor; hele Sayın Davutoğlu hiç beceremiyor. “Selam olsun bize mekân ve tarih bilinci aşılayanlara” cümlesini okurken bir an korku filmi seyrediyorum hissine kapılmadan edemedim. Siyasi edebiyatımızın en hazin metinlerinden birini teşkil eden bu selam faslının en mânâlı yeri, Amuderya, Siriderya'ya gönderilen selamlar değildi tabii ki; partinin kurucusu, tabii lideri, tek seçicisi ve yegâne teknik direktörüne (Türkiye'nin teknik direktörü!) gönderilen –sıkıysa gönderme bakalım!- selamdı. Vefâ böyle bir şeydir; siyasette vefâ yukardan aşağıya (meselâ liste dışı kalanlara, gözden düşenlere) değil, aşağıdan en yukardakine gösterilmesi gereken jesttir!

Komedi dersek belki ağır kaçar ama lütfen ‘latife' nitelememi kimse engellemesin; konuşmanın en esprili kısmı şu cümleydi: “Bizim için siyaset bir erdem ve ahlak vesilesidir. Siyaset, ahlak ve erdeme dayandığı zaman anlam taşır, var oluşumuza cevap teşkil eder.”

TV'den seyretmedim, partinin resmi sitesinden konuşmanın tam metnine baktım, 13 kere ahlâk, 7 kere erdem, 2 kere vefadan bahsedilmiş. Bu durum bana Topçu zabitliğim esnasında duyduğum şâhâne bir nükteyi hatırlattı; derler ki, “Bir topçu atışında en güvenilir yer hedef bölgesidir.” Oraya kesinlikle gülle düşmez demeye getirir bu espri. Topçular, askerlik sanatının diğer temel teknikleri yanında kendileriyle dalga geçmeyi de bilen enteresan bir sınıftır.

Ha erdeem… Ondan bahsediyorduk değil mi? Valla epeydir görünmüyor buralarda, bişeylere küsmüş diyorlar. Bunun Fazilet diye bir bacısı varmış. İftiraya mı uğramış ne, kahretmiş çekip gitmişler buralardan…


Kaynak (Arşiv)