Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Yok öyle bir şey! Ama siz bana yine de bir solukta, hiç düşünmeden şöyle sıradan bir yerli çakı markası söyleyebilir misiniz?

Hafif tertip Sürmene bir tarafa, söyleyemezsiniz çünkü yoktur.

Lâf tarih felsefesine gelince göçebe bir milletin evlâtları olduğumuzu, hafifçe övünerek söylemeyi biliriz ama... Göçebe dediğin belinde, cebinde, eyerinde bıçakla gezen adamdır halbuki. Bizim bir milli çakı konseptimiz bile yok yahu!

Savaşçı, dövüşken bir millet olduğumuz da efsâneleşmiş bir müteârifedir; adama sorarlar, "Madem savaşa, dövüşe bu kadar meraklısınız, tarihi derinliğe sahip silahınız hangisidir; hangi silahınız tarihle ve toplumla özdeşleşecek, marka olacak kadar tanınmıştır?" sualine verecek cevabımız da yok! Yatağan kılıcı hariç, o noktada da kem-kümden gayrı sözümüz olmaz. O meşhur efsânevi eğri Türk kılıcının mostrası (yani örnek alınabilecek prototipi, boyutları, malzeme standartları) yoktur. Müzelerde kılıç mebzûl fakat, markalaşmış bir kılıcımız yok.

Vaktiyle "Şam çeliği" adıyla mâruf (Damascus steel) bir metalden bahsedildiğini şöyle böyle duymuşluğumuz var; "Nedir bu?" merakıyla internet araması yaptığınızda karşınıza muhtemelen bir Rock topluluğu olduğunu sandığım grubun albümü çıkıyor. Tarih, kendi tarihinin câhili bir toplulukla böyle istihzâ eder işte!

Sokaktan bir okul talebesi çevirip sorunuz: "Japonların dünyaca meşhur kılıcının adı nedir?" diye, büyük ihtimâlle doğru cevabı bilecektir: Katana. Sitelerde Katana'nın nasıl yapıldığına, hangi cinsinin hangi mağazada kaça satıldığına dair araba yüküyle bilgi, fotoğraf ve video bulacaksınız. Uzağa gitmeye hâcet yok; hediyelik eşya satan Türk dükkânlarında bile çakma Katanalar sergileniyor boy boy. Birileri alıp evinde şöminenin üstünde sergiliyor olmalı! Ah canım Türkiyem benim...

Unutmadan ilave edeyim, Katana'ya ilâveten Ortaçağlarda Haçlı silahşörlerinin kullandığı düz namlulu, fiyakalı kakmalarla bezeli imitasyon kılıçlar da dükkânlarımızda müşteri bulabilmektedir. Söylediklerimin doğru olup olmadığını anlamak için Bursa'da Şehreküstü semtinde sadece bıçak satan mağazalara şöyle bir göz atabilirsiniz meselâ.

Bu yaştan sonra Osmanlı kılıcı edinip gazâya çıkacağımız filân yok yârenler, sâkin olunuz; burada kültür tanıtımına (propoganda da diyebiliriz) katkıda bulunan hediyelik, imitasyon (taklit) hediyeliklerden bahsediyoruz. Şöyle tam kararında ve ölçülerinde imâl edilmiş, zarif bir işçilikle kınlanmış eğri bir Osmanlı kılıcını duvarınıza asıp, çocuğunuza, "İşte bu Türk kılıcıdır yavrum; dünyaca meşhurdur" demek istemez miyiz?

Osmanlı yaylarını eski standartlarında ve kalitesinde üreten okçuluk grupları ve meraklıları var. Türk kılıcına niçin sahip çıkılmaz bilmiyorum. Bu işi kültür bakanlığına bırakmadan meseleyi omuzlayacak babayiğitler aranıyor anlayacağınız...


Şimdi yeniden başa dönüyoruz. Markalaşmış bir Türk çakısından bahsediyorduk. Evet, neyse ki böyle bir markamız var: Sürmene çakısı. Piyasada bu isimle satılan hayli kaliteli çakılar da mevcut (ama bana fiyatları abartılı geldi biraz) iki şeyi eksik ama: İlki, marka intibâını pekiştirecek etkili bir logosu yok; ikincisi tanıtımı eksik. Bu ürünlerin web sitesini bile bulamadım meselâ. Gönül istiyor ki marka adını taşıyan şıkır şıkır bir web sitesi olsun, içinde katalogu, ürün bilgileri, fiyatları bulunsun. Çakının özellikleri anlatılsın. İkincisi ise güzel ambalaj. Meselâ bir kutu veya orijinal, markaya mahsus bir kılıf...

Bıçağıyla meşhur illerimiz vardır; ilk hatırladıklarım Sivas, Bursa vb... Benzer üç bıçağın arasına koysanız, sıradan birisi hangisinin Bursa veya Sivas bıçağı olduğunu bilemez. Aynı sebepten: Marka haline gelememek, standart koyamamak, hâlâ yüzyıllarca evvel olduğu gibi tek tek çakıyı-bıçağı yapan ustanın el maharetine dayalı üretimi sürdürmek ve kurumlaşamamak. Vaktiyle "Sivas bıçağını, çakısını dışarıya tanıtmak için evvela üretim süreci yeniden tasarlansa, standartlar, boyutlar, kalite tesbit edilse" diye bir şeyler söylediğimi hatırlıyorum ama muhtemelen kimsenin olmadığı bir odada kendi kendime söylenmiş olmalıyım ki bu yazı için araştırma yaparken internette şöyle bir fotoğrafla karşılaştım: Hilâfsız bir metre boyunda döner bıçağı kadar uzun, ondan daha enli, Safari kılavuzlarının belinde taşıdığı palalara benzeyen bir namluya takılmış, -sıkı durunuz- dalıyla budağıyla kocaman bir geyik boynuzu. Altında şöyle yazıyor: Sivas bıçağı. El insaf!


Biliyorum, bıçakçı esnafı, el tezgahından daha kaliteli ve ucuz üretim yapan fabrikasyon bıçaklar karşısında çaresiz; bıçakçıların her biri, "Mesleğin revacı kalmadı, çırak bulamıyoruz, hammadde pahalı" diye yakınıyor haklı olarak. Bu durumda ne yapmalı bilemiyorum; aklıma şöyle bir çare geliyor. Tanıtım ve kültür hizmetlerine yatırım yapan bir firma, bir basketbol takımına sponsorluk için harcadığı paranın yarısını bu konuyla ilgili araştırma-geliştirme projesine harcasa, esnafa yönelik kısa süreli bir eğitim ve yönlendirme programı hazırlasa, ardından ürüne kalite ve malzeme standartı tesbit edip dünyanın bütün hediyelik eşya mağazalarına Sivas bıçağı, Bursa çakısı, Denizli yatağanı vb. diye pazarlasa olmaz mı? Pekâlâ olur, âlâ olur. Hem şehir ekonomisine, hem Türk kültürünün tanıtımına, hem de şirket bilançosuna katkı.


Denizli'nin Yatağan'ı deyince biraz duralım: Yatağan türü kılıç (daha doğrusu saldırma), tarihi kökleri pek eskiye giden, kendine mahsus eğri formuyla markalaşmaya en müsait tarih yâdigârı. Son derece yüksek estetik değerler taşıyan bir silâh. Bundan on sene kadar önce aziz dostum Denizli Valisi Hasan Canpolat'ın göndermek nezaketinde bulunduğu imitasyon Denizli yatağanını hâlâ evimin en tumturaklı yerinde sergiliyorum. O kadar memnun olmuştum ki o hızla, yatağana bir tahta-meşin karışımı bir kın bile yapmıştım. Denizli'de yatağan üretimi hâlâ yapılıyor ve turistik eşya olarak değerlendiriliyor. Denizli yatağanının bana göre eksiği, tanıtım ve ambalaj (kın ve kutu) sıkıntısıdır (Yatağan kınla taşınmaz, bel kuşağında çıplak taşınır, biliyorum fakat...); ayrıca boyutlar konusunda bir standart tesbit edilmesi gerektiği zannındayım. Meselâ bende mevcut yatağan olması gerekenden uzun ve ağırdı. Bu problemler kısa zamanda halledilir ve tez zamanda öyle bir noktaya gelinebilir.

Gönlüm ister ki, Denizli'yi ziyaret edip de bir Yatağan edinmeden dönenlere insanlara yakın çevresi garip nazarla bakmaya başlasın...


_Bayramınızı tebrik ediyorum efendim. Bu çakı-bıçak meselesinde söylenecek çok söz var; nasipse yine devam ederiz. _