Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

‘Bilmek anlamak, anlamak ise affetmektir’ sözünü yıllar önce bir yerlerde okuduğumdan beri isâbetini hep doğrulamak durumunda hissettim kendimi. Bizi insanlar hakkında zaman zaman insafsız hükümlere sürükleyen şey, onu anlamak gayretindeki eksiklerdir. Menendine az rastlanır ilim ve fikir adamımız Prof. Dr. Orhan Okay hocamızın “Bir Rüya Adamının Portresi: Ahmet Hamdi Tanpınar” adlı eserini okuduktan sonra zihnimde yine o tesbitin kımıldadığını duydum:

Bilmek anlamak, anlamaksa affetmektir…

Kitabı okuduktan sonra Orhan Okay’ın bir bölüme verdiği başlığı, işte bu mânâda kabul etmek gerekiyor zannındayım: “Tahayyülümüzde kalsın eski hâliyle”…

Eski hâliyle kalması gereken nedir ve bu kitap niçin bizim açımızdan önem taşıyor? Meselenin önemini, birisi genel, diğeri daha şahsi iki başlık altında irdeleyebiliriz.

-Eserle, o eseri ortaya koyanın şahsiyeti arasındaki ilişkiler bakımından

-Tanpınar’ın muhafazakar dünya görüşü bakımından isabetli bir atıf yeri, isabetli bir çıkış noktası teşkil edip etmeyeceği açısından.

Hemen belirtilmesi gereken husus, Orhan Okay’ın şahsi nezaketi ve ilmî dikkatinin bütün unsurlarını seferber ederek her iki suale çok tatminkâr ama sanatkârâne bir cevap vermiş olduğudur.

MÜKEMMEL BİR BİYOGRAFİ

Kitap, son yıllarda yayınlanan en iyi biyografi çalışması, ismiyle müsemmâ roman gibi hızlı okunabilir kurgusu ve üslubuyla bir edebi ziyafet; kendisine duyduğum hürmet ve hayranlık hissiyle muhterem hocamızın eserine karşı tarafsız kalamayacağımı düşünebilirsiniz; böyle bir ihtimâli reddetmeden şu kadarını söylemek isterim: Gençlik yıllarımdan itibaren pek çok yaşıtım gibi Tanpınar okudum, etkisinde kaldım ve eserlerinden hareketle tanımaya çalıştım; ancak şimdi, “Bir Rüya Adamının Romanı”nı (Dergâh Yayınları, 383 s.) okuduktan sonra zihnimdeki Tanpınar çehresinin netleştiğini görebiliyorum. Orhan Okay hocamız, edebiyat tarihçilerinin çoğu defa kullanmakta tereddüd ettikleri ve lüzumsuz ince fikirlilikler sergileyerek asıl fonkisyonu ihmâl eden tenkid neşterini vukufla fakat insaf ile meselenin şahdamarına tatbik etmiştir. “Tahayyülümüzde kalsın eski hâliyle” tesbiti, o soğukkanlı ameliyeden sonraki ruh hâlini anlatıyor ki aynı kanaatteyim.

ESER Mİ, SAHİBİ Mİ ÖNEMLİ?

Belki haksızlık; ben eserin sahibiyle birlikte tartılması gerektiğini düşünüyorum. Bir müellifin en mânidar eseri hayatı olsa gerektir; O. Wilde de aynı kanaatte olmalıdır ki şöyle diyor: “Ben dehâmı hayatıma, kabiliyetimi ise sanatıma vakfettim.” Öyle olması gerektiğine inansam da zaman zaman eserle müellifi arasındaki tezatların eser aleyhine zararlı sonuçlar doğurması gönül burkucu bir tesir yapıyor. Eser dediğimiz sanata tabidir, “su’n” yani telif gücünün bir yansıması; hayat ise kendi kanunlarına bağlıdır ve onun üzerinde tasarruf aralığımız pek dar bir sahaya mahsus kalıyor.

Bu tartışmayı sona erdirmek ne mümkün ne de gerekli fakat bu tenakuz daima hatırda gezinmelidir. Özellikle çocuklara ve gençlere eser tavsiye ederken eserle müellif arasındaki mesafeyi hep hatırda tutmak gerekiyor bana göre.

İÇERİDE OLMAK İSTEMEK; AMA DIŞARDA KALMAK...

Tanpınar, Cumhuriyet rejiminin ve inkılaplarının yörüngesinde yalpalayıp duran, fakat nihai tahlilde sanatkârlara mahsus seziş ve düşünce gücüyle yaşadığı çelişkileri farkedebilen bir yazardı. Orhan Okay’ın çalışması böylece sadece Tanpınar hakkında çok etraflı, dikkatli ve insaflı bir tanıtma kitabı ortaya koymuş olmuyor, bizzat Tanpınar üzerinden Tanpınar kuşağını yakından tanımamıza da imkân veriyor. Tanpınar sınıf kökleriyle ve içine doğduğu beşeri çevre itibariyle klasik Osmanlı dünya görüşüne ve zevklerine bağlı birisi gibi görünse de Cumhuriyet’in ilk kuşak gençliği içinde İslâm’dan çok Deizm’e, tasavvuftan çok Spritualizm’e, dini vecd hâlinden ziyade Estetizme yatkın bir bocalama devri adamıdır. Cumhuriyet’in yeni bir toplum inşâ etme ülküsüne samimiyetle bağlıdır; kendi ifadesiyle, “1932’ye kadar çok cezrî (radikal) bir garpçı”dır. Şark’ı tamamen reddetmektedir. Henüz genç bir öğretmen iken Atatürk’ün bir okul ziyareti esnasında kendisine medreselerin kapatılması ile ilgili soruya, hayatta hiç bir müsbet fonksiyonu olmadığını, zaten yaşayan bir ölüye benzediği cevabını vermiştir fakat Tanpınar’da, meselâ onu bir Nurullah Ataç, Bir Behçet Kemâl olmaktan alıkoyan başka bir zihnî kimyâ, daha doğrusu seziş kudreti vardır: “Yenileşme zaruridir, fakat eskinin üzerine bina edilmesi şarttır. bunun için her şeyden önce şiiri, musikisi, mimarisi ve bütün bir yaşama tarzıyla nelerimiz olduğunu bilmemiz gerekir” demekten de çekinmeyecektir. Eserlerinde ve hayatında -kendi tâbiriyle hep o “meddü cezr”in tesiri görülecektir. Dine karşı ilgisiz ve soğuk değildir ama meseleye içerden bakış sahibi bir dindar da sayılmaz. Onun bu meseledeki derin tereddüdünü aksettiren en manidar misâl, bir Ramazan gecesi, muhtemelen teravih namazı esnasında Sultanahmet Camii’nin etrafını çevreleyen duvarlardaki demir parmaklıklı pencerelerin önünde onu derin bir sarsılış hâlinde gören öğrencisinin şahitliğidir.

İçerde olmak istemekle, dışarda kalmayı tercih arasında bir mütereddiddir Ahmet Hamdi Tanpınar, fakat büyük bir mütereddid. Biz o tereddüdde Türk dilinin, şiirinin, estetiğinin ve sanatının zirvelerinden bir kaçına dokunabiliyoruz. Onun tereddüdü Cumhuriyet rejiminin tam orta yerinde durduğu hâlde (Üniversitede profesör, Mecliste vekil, Akademide hoca) gözü, aklı ve sezişleriyle köklü değerlerden sarfınazar etmez. Tereddüdü özel hayatına da aksedecek ve onu savruk, bir türlü tabii ahengini ve dengesini bulamayan, müşkül bir adam yapacaktır.

METODDAN BAHSETMEYEN BİR METOD KİTABI

Orhan Okay’ın Tanpınar değerlendirmesi, kendi türünde bundan sonra araştırma yapacak olanlara örnek teşkil edecek kadar önemli vasıflar taşıyor; en evvel bu araştırma, “talebe”lerin “hoca”larına karşı takındığı geleneksel saygı çerçevesinde görünmezlikten gelinen unsurlar taşımıyor; zaman zaman sert, ama her zaman hakkaniyetli bir bakış açısından Orhan Okay hocamız, erişebildiği bütün kaynakları seferber ederek mükemmel bir Tanpınar tahlili ve tenkidi kaleme almış. Sosyal bilimlerde çok müracaat olunan bir metod kaidesi vardır: “Saymak değil tartmak gerekir”. Kitap, bu nazik ameliyenin nasıl yapılması gerektiği konusunda bir ders niteliğinde. Orhan Okay, yılların kazandırdığı sağlam bir muhakeme ve denge duygusuyla Tanpınar konusu etrafında genç öğrencilerine yeni bir metod dersi veriyor. Bu cümleden olarak Tanpınar’ın dini ve siyasi eğilimlerinin incelendiği bölümler bu açıdan çok dikkat çekicidir. Ne görmezden gelerek kollanan bir iltimas, ne de küçük hesapların saikiyle tevessül olunan bir intikam tezgâhı; bunlar yerine, bu ülkede yaşamış, eser vermiş ve iz bırakmış önemli bir adamı, sanatkâr bir mizacı sanatı ve şahsiyetinin bütün yönleriyle tartma ve okuyucuya tanıtma heyecanı...

Tanpınar, Cumhuriyet’in yaşadığı büyük tereddüdü görünür hâle getiren bir adamdı; bugünün aydınları her mânâda onun tereddüdünden yola çıkarak kendi çizgilerini bulmuş sayılırlar, Gogol’un paltosu gibi; o bakımdan Tanpınar’ı tanımak ve hakkında hassas hüküm vermek, hepimizi ilgilendiren bir mecburiyettir...

Bir Rüya Adamının Romanı’nı okumakla sadece Tanpınar’ı değil, bu mükemmel biyografinin yazarı Orhan Okay’ı da tanımış olacaksınız.