Çatışmacılar kazanıyor, sulh kaybediyor

Önce tespit, sonra tahlil: Saray yönetimi ile PKK arasındaki çatışma, her iki taraf için –tırnak içinde- elverişli, doğurgan ve siyaseten ‘faydalı' bir iklim oluşturdu. Çatışmanın mağduru halktır ve elbette birlikte yaşama ümididir.

Ardı ardına gelen siyasi başarısızlıklar ve gitgide bir kâbus haline gelen vahim gelişmeler, saray yönetiminin sıradan politik enstrümanlarla üstesinden gelebileceği ölçeği aştı. Siyasî açıklar, çatışmalar kullanılarak örtülüyor ve insanlara ‘Ya bizdensin, ya onlardan' tercihi dayatılıyor. Bir ucunda ‘TC Devleti'nin bulunduğu her çatışmada halk insiyakî olarak ‘devlet'ten yana tavır koyar ve hasarın aslında kime yazılacağına aldırış etmez, zira halkta ‘varlık ve bekâ endişesi' uyandırılınca başkaca seçenek yoktur.

Yönetimin, PKK ve dolayısıyla PKK sempatizanı Kürtleri ‘düşman' kategorisine koyması için PKK'nın ‘oyun'a katılması gerekiyordu. PKK bu dâveti canına minnet bildi; her yerde şiddeti yükseltip kana bulayarak müsabakayı kabullendi. PKK nâmına bir “win-win” (kazan veya kazan) durumu söz konusu. Sonuçta kaybetme ihtimâli yok; kazanırsa kurtarılmış bölgelerde siyasi otoritesini uluslararası tasvibe açacak; kaybederse (ki büyük ihtimâl budur) Kürt kitlesinin daha büyük bir kısmını his (duygusal kopuş) ve fikir (PKK'nın siyasi önderliğini kabulleniş) plânında yanına çekmiş olacak. PKK ve HDP, çatışma yerine sivil ve barışçı direnişi seçselerdi, iktidar şahinleri büyük hayal kırıklığına uğrayacaktı!

Saray yönetiminin kazan-kazan oyununda başarı ihtimali, sadece kararsızlar da dahil kamuoyunu desteğini kendi yanında tutmakla mümkün; zira Güneydoğu'daki çatışma dışında iktidarın meşrûluğunu gösterebileceği başka bir sebep veya dayanak kalmadı; terörizm bu noktada cankurtaran gibi imdada yetişti! Kamuoyumuz iktisadi refahı ve istikrarı konusunda çok hassas; 7 Haziran'da bu talebin sinyalini verdi. Bu talebi uyuşturup, ‘dur hele, önce bekamızı emniyete alalım' diyebileceği tek ihtimâl, orta halli ve gariban aile yuvalarına gelmeye başlayan şehit haberleri olabilirdi ancak. Normal şartlarda iktidara oy kaybettirmesi beklenen şehit cenazeleri, çatışma yükseltilince şaşırtıcı şekilde oyların kararlı hale gelmesine hatta destek artışına yol açıyor. Tarih boyunca silahlı çatışma olgusunun bu kadar çok tekrarının temel motifi budur; “Vatan tehlikede, vatanseverler bayrak altına” alarmı, daima yönetim ve ordu etrafında kenetlenme getirir ve politik sorgu ve eleştiriyi geriletir.

Akademisyenler bildirisi etrafında koparılan gürültü bu şablona tamamen uyuyor ve insanlar tarafını seçmeye zorlanıyor; bu fırtınada en dikkat çekici konu, daha önce demokrat kimliğiyle bilinen insanların, “Ama bu bildiride PKK terörü hiç kınanmamış; hep devlet suçlanmış” yollu çekimserlikleridir.

“Vatan tehlikede!” iken taraf seçmeye zorlanan insanlar, geride sağduyudan boşalmış gri bir bölge bırakırlar; gri bölge, barış ve hakkaniyet alanıdır ve bu alanın tenhalığı endişe veriyor. Fransız İhtilâli'nden beri ‘vatan tehlikede'yken sağduyu üssünde tutunmaya çalışmanın diğer adı, vatana ihanettir. Vatana ihanet suçlaması bugünlerde kıraathane sohbetlerinde bile sıkça tüketilmeye başlandı.

Kürt siyasi taleplerinde en azından birkaç haklı hususun bulunduğunu düşünenler için artık susma veya vatanseverler korosuna katılma tercihinden başka yol kalmadı; oysaki muhayyel bir barışın tutkalı işte bu zümre idi. Bir yanda PKK ve onun çekimindeki HDP, öte tarafta devletin savaşan şahinleri basiret ve sulh taraftarlarını sindirdi. Böylece milli birlik ve beraberlik çağrısı devletin ve dolayısıyla iktidarın yörüngesinde toplanmak anlamına geldi.

Bu kanlı bir oyun ve bu oyun iki seçim arası sürecinde başlatıldı. Her şeye rağmen basiret ve sulh cephesinde tutunmak gerek.


Kaynak (Arşiv)