Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bu hadise hakikat midir; yoksa geçmiş zaman içinde birileri tarafından yakıştırılıp efsane haline mi gelmiştir, bilemeyiz fakat mânâsı güzeldir ve hâlâ câridir..

Rivayet o ki, Bursa Ulu Camii'ni yaptıran Yıldırım Bayezid Han, inşaat tamamlandıktan sonra kayınbabası Emir Sultan Hazretleri'ne camiyi gezdirmiş ve sonra okkalı bir aferin beklercesine sormuş,

-Nasıl efendim, cami güzel olmuş mu?

Emir Sultan, "Güzel olmasına güzel de," demiş, "Bir küçük noksanı var; o unutulmuş."

-Nedir o eksik efendim; derhal ilâve ettirelim!

-Eksik olan şu ki, bu güzel cami bahçesinin köşesinde bir de meyhane yaptırmanız pek muvafık olurdu sultânım!

Tabii bu nükteden sonra Yıldırım Bayezid Hân'ın, "Ne demek, cami avlusunda meyhane mi olurmuş!" diye lâfı üstelemek yerine, pancar gibi kıpkırmızı kesilerek, kayınbabasının târizini anladığını tahmin etmek zor değil. Biz meselenin o cihetiyle ilgili değiliz zaten; Yıldırım Bayezid Han'ın o günlerde hafifçe içki ve işrete düşkün olduğu mâlum. Konunun bizi ilgilendiren tarafı cami avlusunun çevresiyle birlikte düzenlenmesi konusundaki ilk tarihî kayıt (veya efsâne) olmasıdır.

Allah için, Osmanlılar caminin hem içini, hem avlu ve müştemilâtını özene-bezene, yüksek bir zevk-i selim eseriyle yapmışlardır zaten. Nitekim Bursa Ulu Camii avlusu da o meyandadır. Sonraki asırlarda koca avludan kırpıla kırpıla kalan miktar bile ferah ve iç açıcıdır da, zamâne cami cemaatinin, bir ibadetgâh olarak caminin içini ve dışını cennet bahçelerinden bir bahçe kılmak mevzuundaki isteksizliğini ve kabiliyetsizliğini zaten görüp durmakta ve için için üzülmekte değil miyiz?

Bunun sebebi bir miktar, cami imamlarının meseleye pek ehemmiyet vermeyişi olsa da asıl sebep, caminin her ihtiyacını kendi meselesi bilen ve halletmek uğruna kendini neredeyse helâk eden cami cemaatinin isteksizliği, daha doğrusu bu konuda güzel örneklerle karşılaşmayışı olsa gerektir.

Cami cemaati deyip geçmiyoruz; bilakis altını ve üstünü önemle ve kerrât ile çiziyoruz, çünkü husûsi bir tırnak içinde "camii cemaati" olarak adlandırdığımız bu güzel adamlar, rastgele camiye yolu düşen insanlardan ibaret değildir. Cami cemaati, bugün itibarıyla cami mimarlığına yön veren, camileri bizzat yaptıran, yıktıran, süsleten, boyatan, donatan, onların şeklinden, tarzından, rûhundan, temizliğinden, bakımından ve her türlü fonksiyonundan sorumlu önemli kişilerdir.

Önemli kişilerdir; meselâ bir caminin imamı için en kötü durum, cami cemaati ile ters düşmektir; cemaatten bazılarının gözünün tutmadığı imamı orada kimseler tutamaz; bunun tam aksine sevilen, sayılan imamlar el üstünde tutulur, sahiplenilir.

Eğer camilerimizin çevresi (veya içi) benim gibi estetik düşkünü tuhaf insanları sızlatacak derecede kötü ise sebebi cemaattir; nadir bir ihtimâl olmakla camilerin çevre güzelliğini de aynı topluluğa izafe etmek insaf icabıdır. Meseleyi biraz bilenler teslim edecektir ki, bir caminin iç ve dış güzelliği, Türkiye'nin hiçbir yerinde para veya maddî imkân yetersizliğine bağlanamaz; para bulunur bir şekilde fakat zevk?..

Evet, anladınız; şimdi güzel bir örnekten bahsedeceğim sizlere.

Yer İzmir. Mevkii; Gaziemir.

O civarda bir Metro mağazası varmış. İşte bizim Gülhane Camii bu mağazanın yanıbaşında yer alıyor. Kenardaki fotoğrafına bakarak cami avlusunun ne kadar dikkatli ve zevk sahibi birisi tarafından tanzim edildiğini hemen fark edebilirsiniz. Bu düzenlemenin sahibi Sıtkı Yılmaz. Sıtkı Yılmaz, Gülhane Camii bahçe projesini ve uygulamasını bizzat yapmış.

Bana yolladığı mektupta, bahçe düzenlemesine dair çok sayıda fotoğraf da yer alıyor ama yer darlığı sebebiyle ancak birine yer verebiliyoruz. Daha çoğunu görmek isteyen İzmirliler, bir boş zaman denk düşürüp Gaziemir'e kadar uzanırlarsa, eminim ki cami avlusunda şöyle uzunca bir müddet soluklanmalarından cemaat memnunluk duyacaktır.

Fotoğraflarda şöyle güzel ve demli bir bardak çay içilebildiğine, bir gölgelikte iki satır gazete veya kitap okunabildiğine dair bir işaret görünmüyor fakat an meselesidir. Cami avlularının güzelliğini, sadece şehir parkının bir uzantısı olarak kabul edenlerden değiliz; bilakis, gündelik hayat cami avlularına takılmadan içinden geçmeli ve şöyle bi soluklanıp yoluna devam edecek derecede tabii olmalıdır.

Sıtkı Yılmaz'dan bahsettik ama bu güzel fikri destekleyen cami cemaatini unuttuk. Allah onlardan razı olsun. Temizliğe ve güzelliğe büyük değer veren "Efendimiz"in rûhunu hoşnud edecek güzel bir hizmette bulunmuşlar. Tebrik ve alkış onların hakkıdır.

Sıtkı Bey mektubunda diyor ki: "Şimdi yeni bir cami yapımı bana nasib oldu. Caminin adı Nur olacak; inşallah onu da çok daha güzel bir tarzda biçimlendirmeye çalışacağım."

Ne denir? Nûr'ün âlâ Nûr!


Şimdi içimden ne geçti biliyor musunuz? Diyanet İşleri Başkanlığı veya Diyanet Vakfı Türkiye çapında bir yarışma açsa, dese ki, "ey cami dernekleri, ey cami cemaati, size altı ay müddet; varınız cami avlularını cennet bahçelerinden bir bahçe haline getirmek için el ele veriniz. Katılımcı camiler arasında yapılacak müsabakada birinci gelen cami cemaatine açıktan on, ikincilere beş, üçüncüye üç hac kontenjanı ve uçak biletlerinde indirim veriyoruz."

Öte yandan vakıflar, hayır kuruluşları bu faaliyetleri desteklese, birisi çıkıp, "En temiz ve olgun zevkle tefriş edilmiş camiye şu kadar ödül vereceğiz. Haydi güzel hacılar, kolları sıvayınız!" deyiverse...

...

Haydi güzel hacılarım benim; haydi Diyanet, haydi hayır vakıfları...