Bir ‘medeniyyet procesi' olarak hac hizmetleri
Medeniyet kelimesini şeddeleyerek, yani ‘medeniyyet' şeklinde vurguladığım zaman bilmelisiniz ki kavramın aslını değil, parodi haline gelmiş, sulanmış, içi boş ve kof, câhilâne bir tezcanlılık ve iddia ile bir ‘medeniyyet' kurabileceklerini veya var olan bir medeniyyeti ihyâ edebileceklerini zannedenlere kastetmekteyim.
Medeniyet kim siz kim kardeş; yiyin yoğurdunuzu oturun köşenizde. Sizde değil medeniyyet felan kuracak, herhangi bir ‘medeniyet'in içini açıp bakacak, tahlil edecek kadar bilgi ve iz'an olmadığı bile âşikâr. Meseleye Hilmi Yavuz Hoca kestirmeden noktayı koyuvermiş işte: Sizinki bir ‘asabiyye” davasıdır, daha Türkçesi bir kabile dayanışması. Kabilenin selâmeti tehlikeye girdiğinde kimin haklı olduğuna, terazinin hukuku nasıl tarttığına bakmazlar; hayatta kalma içgüdüsüyle “birlik ve beraberliğe” sarılırlar. Parti propagandasına, hatta bayram hutbelerine bile garnitür olan “birlik beraberlik” edebiyatının ardındaki saik işte bu yüzden inandırıcı ve samimi olamıyor.
Mehmet Görmez'in, Mina'daki izdiham faciasının ardından ‘Mesele beynelislâmdır, binaenaleyh İslâm İşbirliği Teşkilatı hac güvenliği konusunda bir konferans düzenlemelidir.' konulu açıklamasının altını çiziyorum. Tesbit ve teklif doğrudur fakat bu, bir ‘bürokrat'ın ilham veya vicdan saikiyle sarf edebileceği bir cümle değil; başkent belediye başkanının, ‘Bu böyle devam etmemeli, meseleyi bıraksınlar, halledelim. mealindeki teklifiyle beraber değerlendirince manzara netleşiyor: Suudi yönetimini biraz incitmek pahasına Türkiye hac tanzimine tâlip ve heveskârdır ve böyle önemli kararlar, ‘yukarı'nın bilgisi olmadan seslendirilmez ‘asabiye' tipi örgütlenmelerde...
Peki, hangi sicilimize güvenerek Kâbe'de hac trafiğini yönetecek zorlu bir çalışmada işe katılmayı göze alıyoruz, bakalım: İş kazalarında 2012'de 744, ertesi yıl 1356 işçi ölmüş. 301 işçinin hayatına mal olan ve kamu görevlilerinin bîgünah olduğu Soma faciasının da içinde bulunduğu 2014 rakamları henüz açıklanmadı. Son iki ayında şehit verdiğimiz güvenlik görevlisi, şimdiden yüzü geçti. Devletin verdiği rakama göre 30 yılda 8 bin güvenlik görevlisini şehit vermişiz. Bu esnada PKK'nın 22 bin kişi kaybettiği tahmin ediliyor ve bu rakama, 15 binin üstündeki faili meçhul kayıpla son iki aydaki operasyonlarda ‘etkisiz hale getirilen' 2 bin civarındaki PKK'lı dahil değil.
Kendi vatandaşının can güvenliğini, huzurunu ve hukukunu sağlamakta bu kadar ‘parlak' bir sicile sahip bir ülkenin yetkili ağızlardan, ‘Hac trafiğini beceremiyorsunuz, bırakın biz yapalım' diye konuşabilmesi için insan hayatına ne kadar değer verdiği konusunda müthiş bir özgüvene sahip olması gerekmez mi? Biz ki her bayramda ‘trafik canavarı'na gözümüzü bile kırpmadan yüzlerce vatandaş kurban eden bir memleketiz; trafik kazalarındaki ölüm istatistiklerinde ise Avrupa şampiyonu! İş kazalarında sicil berbat, güvenlik hizmetlerinde öyle, trafik dersen ölüm makinesi olmuş! ‘Siz önce kendi söküğünüzü yamayın' demezler mi adama?
İşçi ölümlerini ‘fıtrat'a, trafikteki kayıpları ‘canavar'a, herkesin hayatını korumakla görevli emniyet şehitlerini ‘terör belâsı'na bağladıktan sonra, zerre kadar tedbir almadan işi oluruna bırakan bir ‘kamu güvenliği' anlayışına dünya hacılarının selameti teslim edilebilir mi?
Fikir güzel; ben de, ‘Harameyn'in hademesi Türkiye olmalıdır' diye yazıp çizmiştim bir vakitler. Güzeller güzeli hükümetimizi aldatanlar beni de kandırmışlar. Şimdi ise, üzülerek görüyorum ki meğer Ziya Paşa'nın bıraktığı yerde kalakalmışız:
“Anlar ki verirler lâf ile dünyaya nizamât/ Bin türlü teseyyüp bulunur hanelerinde”