Bir insanlık meselesi olarak "kadın"
Belki söylenecek fazlaca söz bulamadıkları için, kadınlar günü hakkında yazılıp söylenenler baygınlık vermeye başladı; aynı işveler, aynı bıktırıcı ve o 'cins ayrımcı' laflar. Cins ayrımcı çünkü bu bir insanlık meselesi: Kadınları özel bir paranteze alıp güya onların problemlerine eğildiğimizde, meseleyi 'insanlık' boyutundan koparıp kadına indirgemiş oluyoruz; halbuki kadının isminin olmadığı yerde insanın adı yoktur.
En bıktırıcı laflardan biri şu meselâ: Kadınlar, erkeğin yaptığı her işi yapabilirlermiş! Güzel; askerlik de yapabilirler mi? Hem nasıl, işte bir sürü örnek. Batı ülkelerinin ordularında bile kadınlar yavaş yavaş yerini almaya başladı. Peki muharip olabilirler mi muharip? Niye olamasınlar, elbette olurlar, çünkü kadınlar erkeklerin yaptığı her şeyi yapabilirler; onlar da saldırabilir, parçalayabilir, bir savaşı yönetebilirler! Peki, makbul bir şey midir yapmaya muktedir oldukları kabiliyet? Bilmem, hiç düşünmedim ama kadınlar erkeklerin yaptığı her şeyi yapabilirler! Kabul, yani erkekler kadar kötü olabilirler demektir bu; nerede kaldı sevecenlik, merhamet, şefkat, yaşama ve yaşatma içgüdüsü, dünyayı güzelleştirme ve çoğaltma sevk"i tabiisi? Problem kadınların her şeyi yapabilmesinde değil ki; insanlığın en büyük problemi, insanın tabiatındaki kötü (esfel"i safilin) tarafına karşı lâyıkınca mücadele edemeyişi. Kadını, erkeği yok bu meselenin. Her meseleyi 'kadınlık' zâviyesinden bakarak değerlendirmek ve hemen ardından 'Kadınlar sömürülüyor; erkek egemen bir dünyada yaşıyoruz' diye sızlanıp durmak aynen Pozitivizm gibi, İlerleme ve Aydınlanma gibi ondokuzuncu yüzyıl dünyasının gördüğü eski ve kadük yanılgılardan biri; yani 'geri' bir tasavvur, plâğın takılıp kalması cinsinden bir kakofoni. Kadınlar gününde çalışan annelerin meselelerini tartışılırken görmek isterdim en azından. Her sabahın köründe evinden ayrılırken ciğerinin yarısını evde bırakarak sokaklara dökülen anneler, evlatlarını kreş terbiyesine terk etmek pahasına iktisadi hürriyetleri için mücadele eden kadınlar; evi, işi, çocuğu, eşi ve kendisi arasında dörde bölünen genç yaşta ihtiyarlayan, ihtiyarlıkla mücadele etmek için kozmetik sanayiinin gönüllü kölesi haline gelen kadınlar. Diyet uzmanlarının tavsiyelerini hâşâ 'vahy' imiş gibi huşu ile dinleyerek itaat eden, 'güzel kadın ince ve bakımlı olmalıdır' ideolojisinin pençesinde paramparça olan kadınlar. En hürriyetçi ve demokrat gazetelerin bile her gün en az iki sayfa boyu sömürdüğü ve terörize ettiği kadınlar. Sağlık ve güzellik öğütleri terânesi altında psikolojisi hoyratça baskı altına alınan, fiziki ve ruhi dengeleri altüst edilen, sindirilen kadınlar. Bütün televizyon reklamlarında fâhiş tarzda sömürülen kadınlar: 'Saçlarınız ahenkle dalgalanmazsa erkekler sizi beğenmez, çekici olmak için bilmem ne kremi.., falan sabun dirilik verir, feşmekan salatalık maskesi cildinizi gerginleştirir, festek kolonyası kullanmazsanız erkekler sizden kaçar!' İyi ya, hani bir 'kadın meselesi' yoktur, insanlık meselesi vardır diyordunuz; bunlar kadınların nasıl sömürüldüğünün örnekleri değil mi; bak nasıl da kendinizi tekzib etmeye başladınız biraz düşününce?.. Öyle görünüyor ama değil, kadınlar gününde tartışılan bunlar değildi ki. Günümüzün kadın hakları edebiyatçıları kadının hem erkeğe eşit (hatta üstün), hem iş hayatının orta yerinde, hem güzel ve cazibeli, hem ana, hem iyi bir eş olabileceğini, ama erkekler tarafından engellendiği için olamadığını savunuyorlar. Ben de diyorum ki, bu kadar 'öğretilmiş' rol, kadını parçalıyor (erkeği de paramparça eder bunca yük), onu tabiatından uzaklaştırıyor. Gerçekte kadını perişan eden şey, kadın hakları sözcülerinin yanlış nokta"i nazarları savunmakta gösterdikleri ısrardır; bu edebiyat kadınları fıtratından uzaklaştırıyor; tam da bu cümleyi telaffuz ederken, 'Ne demek fıtrat, sizin çocuğunuzu doğurmaya, akşama kadar ev işlerinin ağır yükü altında ezilmeye, anlayışsız, duygusuz ve kaba eşlerin kahrını çekmeye niçin fıtrat itibariyle mahkum olalım' itirazları yükseliyor. Kadının yeri evidir gibi bir fikri seslendirmek bile faşistlikle, Yahudi aleyhtarlığıyla veya Saddamcılık'la eşdeğer bir şenaat sayılarak hücuma uğruyor ve önümüze hemen Afganistan'da tırnağını ojelediği için bir kasap dükkanında yargısız sorgusuz eli kesilen mazlumların örneği getiriliyor (bkz. dünkü Hürriyet manşeti!). Bizim çağdaş kadınlar da kemâli iftiharla burkalı kadının sırtından burkasını çıkarma merasimi yapıyorlar. Efendim nerede ben neredeyim? Bir hanımla konuşurken, eşini kastederek 'beyiniz' tabirini kullanınca 'Ne demek beyim, o benim beyim filan değil hayat arkadaşım, eşim' diye itirazda bulunuyor; kendimi, sanki o hanımın evinde feodal bir nizam sürdüğünü biliyormuşum da bunu bir suçlama ifadesi gibi kullanmış gibi suçlu hissediyorum. Ne ilgisi var; evin kadını sultan ise, erkeği de beydir, padişahtır, lakin kadın hakları edebiyatı maalesef işi lüzumsuz alınganlıklar geliştirmek hassasiyetine kadar kışkırtmıştır. Geçen hafta Star gazetesinde bir yazar, TRT'ye torpille alınan kişilerin listesini yayınladı. İşin torpil tarafı bir yana, muzırlık bu ya, listeyi cins ayrımcı bir nazarla değerlendirdim; listenin yarıdan hayli fazlası hanım ismi. Donanım, tahsil ve zeka itibariyle aynı seviyedeki bir hanım ve bir erkekten hangisi iş bulmak bakımından daha şanslıdır, düşünelim! Memlekette işsizlik nisbeti % 20'eri geçiyor. İş sahibi bir genç erkek bir aile kurabilir ama niteliği ve kariyeri ne olursa olsun işsiz bir genç erkek, iş sahibi bir genç hanım için uygun bir eş sayılmaz. Aileden bahsediyorum, 'düzeyli beraberlik'ten değil. Bu örnekte ne görüyorsunuz, kadınlık meselesi mi, insanlık meselesi mi? Mesele karmaşık değil; bugünün kadınları 'hak edebiyatı'nın köpürttüğü radikal ve uçuk taleplerle, fıtratları arasında kıstırılmışlardır; kadın, işte bu çerçevede tartışılmaya değer bir insanlık meselesidir.