Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Geçen hafta Aksiyon dergisi, satır satır okunup altı çizilecek bir dosyayı kapağına taşıdı: “Madımak’tan Ergenekon’a uzun ince bir yol” başlığı ile 2 Temmuz 1993’de Sivas’ta olup bitenleri farklı bir değerlendirme açısıyla yeniden gündeme getirdi.

Haber metninin içine ayrı bir kutu hâlinde yerleştirilen “Madımak sarmalında kanlı 93” başlıklı kronolojik özet çok dikkat çekiciydi; listede sıralanan olayların herbirini teker teker tanıyor, zihnimizde bıraktığı kirli ve zalim izi kolayca hatırlıyoruz fakat gazete koleksiyonlarından kolayca derlenebilecek hadiseler zincirinin yekûn hattındaki dehşet verici anlamı çok sonra algılayabiliyoruz; ancak şimdi yaptığımız gibi...


1993 yılı, Türkiye’nin neredeyse en uğursuz yılı: 24 Şubat’ta Uğur Mumcu öldürülüyor, 4 gün sonra Jak Kamhi’ye suikast, 5 Şubat’ta Adnan Kahveci, ailesiyle birlikte Bolu-Gerede otoyolunda ters yola girip mahvoluyor. Bundan oniki gün sonra Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis, uçağındaki buzlanma sebebiyle neredeyse Ankara’nın orta yerine çakılıverip şehid oluyor. 17 Nisan’da Cumhurbaşkanı Özal, hâlâ esrarengiz çizgiler taşıyan bir kalp krizi neticesinde vefat ediyor. Bir ay sonra Demirel, Özal’ın makamına geçip, Özal Türkiyesi’ni itina ile “restore” etmeye başlıyor. 23 Mayıs’ta PKK, tezkere almış 33 askeri Bingöl-Elazığ karayolunda yol kesip kurşuna diziyor.

İnsan okurken neredeyse nefesi kesiliyor fakat liste henüz bitmiş değildir. 2 Temmuz’da Sivas Madımak olayları cereyan ediyor; ondan üç gün sonra 5 Temmuz’da çok garip ve dikkat çekici bir intikam eylemi gerçekleşiyor ve PKK’lı oldukları ileri sürülen silahlı kişiler Başbağlar köyünü basıp 33 bigünâhı öldürüyorlar. 4 Ağustos’ta Bitlis’in Mutki ilçesinde yine yol kesiliyor, 28 yolcu kurşuna diziliyor, 15’i canından oluyor. 4 Eylül günü DEP Milletvekili Mehmet Sincar ve yanındaki partili Metin Özdemir, Batman’da çarşı ortasında gündüz gözü öldürülüyor. 25 Eylül’de Van’da karakol baskını; 12 asker şehit.

22 Ekim’de Tuğgeneral Bahtiyar Aydın Lice’de kışla önünde suikaste uğrayarak öldürülüyor. Üç gün sonra Erzurum’un, Çat ilçesinde vatandaşları kahvehaneye toplayan PKK’lılar önce nutuk çekip ardından basıyorlar tetiğe: 35 ölü, 50 yaralı.

Liste daha kabarık; neredeyse yarısını zikretmeden geçtim.

Bunlar açık bilgiler; allâme, uzman olmaya, “derin” yerlerden bilgi almaya, “minik kuşlar”ın getirip pencereye bıraktığı gizli dosyaları gagalamaya lüzum yok. Parçaları yan yana getirince tablonun genel görünüşü ortaya çıkıyor zaten. Bir tarafta Kürt-Türk çatışması kızıştırılmak isteniyor, öte yanda Alevi–Sünni. Öldürülmesi toplumda korku ve dehşet yaratacak isimlere suikast; biri kuvvet komutanı iki general’in hâlâ aydınlatılamayan şekilde katledilmesi.


2 Temmuz olaylarının genel çerçevesi budur; bu çerçeve gözden öteye itilerek 2 Temmuz’a bakmak, meseleyi sadece Alevi-Sünni çatışmasına indirgemek, hattâ “Eylemci İslâmcı fanatikler ve faşist ırkçılar 33 Alevi aydını cayır cayır yaktılar” noktasına getirip bırakmak olur. Bu hata 16 yıldan tekrar ediliyor.

Daha şimdiden kamuoyunda, “O otelde bir katliam müzesi açmak iyi olur” fikri yükseltilmeye başlandı bile; bunun hangi anlama geldiğini bilmeyen, bilemeyen entelektüeller, politikacılar (aralarında hükümetin bakanı da var), baskı grubu sözcüleri, 2 Temmuz’u genel çerçevesinden sıyırıp Sivas’ın orta yerine bir ibret müzesi açmakla iyi bir hamle yaptıklarını düşünüyorlar.

“Yanlış düşünüyorsunuz; bu olay hakkında pek az şey biliyorsunuz; bu hadisenin bilinmeyenleri, bilinenlerden daha fazla” dediğimizde ise bir internet kafeye girip hakaret mektupları döşeniyorlar.

Yukarıdaki dehşet listesine bakarak söylesinler, 93 yılı içinde meydana gelen toplu katil olaylarının her biri için bir müze, bir abide dikilmesi gerekmez miydi?

Hayır, bütün toplumun huzuruna ve barışına karşı işlenmiş bu gibi suçların ardından yapılacak ilk ve en anlamlı hareket, eylemlerin faillerini bulup yargının karşısına çıkarmak, olayları muğlâklık perdesi arkasında bırakmayıp kardeşliği ve iç huzuru “açıklık, sürat ve mutlak adalet” prensipleri ışığında yeniden tesis etmektir.

Şimdi bu dosya yeniden açılıyor; yeni bilgiler toplanıyor. Vaktiyle yapılması gerektiği hâlde yapılmayan, savsaklanan, gaflete uğrayan işlem basamakları hatırlanıyor. Aksiyon’dan Haşim Söylemez’in yaptığı habere göre Sivas Emniyet Müdürlüğü bünyesinde yeni bir araştırma ve soruşturma faaliyetine girişilmiş bulunuyor; bazı gazete haberlerine göre 2 Temmuz olaylarının 3. Ergenekon iddianamesinde yer alacağı belirtilmektedir.


Bu inancımı, daha doğrusu şüphemi zaman zaman dile getirmiştim; “Aynen Susurluk hadisesinde olduğu gibi bir kamyon bir otomobile çarpacak ve belgeler ortalığa dağılacak” yolundaki beklentimi hiç kaybetmedim, çünkü 2 Temmuz günü Sivas’ta olup bitenler, üç-beş fanatiğin, işsiz-güçsüz takımının kotarabileceği boyutun çok üstündeydi. Mutlaka ve mutlaka o gün orada olup bitenlerin, o gün ortalıkta görünmeyen bir üst akıl tarafından planlanıp sahneye konulmuş olması gerekiyordu bana göre. Oysaki basının büyük bir kısmı, meseleyi sadece fanatizmin zirveye çıkması penceresinden gördüler ve öyle değerlendirdiler; onların içindeki samimi insanları, duydukları derin acı sebebiyle ağzına geleni söyleyenleri ayrı tutuyorum fakat az önce küçük bir dökümünü verdiğim o genel çerçeveyi dolduran kanlı olayların perspektifinden bakınca, o günlerde (ve hâlâ) maksadını aşan iri iri laflar söyleyenleri, bombaların, silahların başlattığı terörü kamuoyuna yaymak ve toplumu ümitsizliğe düşürmek için kasden söylemediklerine inanasım geliyor.

Bu olayın araştırılması çok gecikti; çok geciktirildi. Aradan 16 sene geçti; son derece hayati pek çok delilin karartılmış, ortadan kaldırılmış olması ihtimâl dahilindedir fakat en soğukkanlı katilin, en akıllı suç planlayıcısının bile gizlemeye muvaffak olamadığı şeyler olmalı ve bunlar bulunacak. Mesela o gün, görevini yapmak yerine anlamsız ve çok sebepsiz bir yere paniğe kapılarak sokağı provokatörlere, katillere teslim eden, gerekli tedbirleri almayan, küçük bir hamle ile bastırılacak gösterileri seyretmekle yetinen yöneticilerin samimi ifadelerinde çok şey gizlendiğini tahmin etmek için kehânete gerek yok.

Biraz daha sabredeceğiz; bu esnada temkini, önyargıyı elden bırakmadan sabredeceğiz; bize sunulduğu şekliyle olayların çok basit kurgu (Gözü dönmüş dinciler, masum Alevi entelektüelleri cayır cayır yaktı!) ile gerçekleşmiş olmasının sebepleri üzerinde duracağız. Toplumumuza, insanımıza, bir arada yaşama irademize göstermemiz gereken inanç yüzünden şüphelenmeye mecburuz.

Her adım başında dikilmiş nefret anıtları bizi selâmete götürmez. İşte o meş’um 1993 yılının bilançosu bile gösteriyor ki akıl almaz kışkırtma ve terör olaylarının çemberinden geçmemize rağmen yine de bir arada durmayı başarmışız; bundan sonrası daha kolay geçecek inşallah.

Sadece biraz sabır!