Başkanın yetkileri
Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Uzlaşma Komisyonu olarak ilk toplantımızı açıyorum arkadaşlar.
Görevimiz bir anayasa taslak metni hazırlamaktır. Çalışmaya geçmeden önce şu hususu gayet iyi bildiğinizden eminim; bütün milletin, hatta İslâm âleminin gözü komisyonumuzun üzerindedir. Ne var ki, -bunu of dı rikord olarak belirtiyorum- bizlere düşen bir yandan kemâl-i ciddiyetle çalışmaya devam ederken bilmeliyiz ki illâ da herkesin ayılıp bayılacağı, uyumlu bir anayasa metni ortaya koyacağız diye birbirimizi üzüp strese sokmanın bir âlemi de yoktur yani. Adı üstünde biz neyiz arkadaşlar, bakın kapıda yazıyor: Ko-mis-yon. Ne demek komisyon; anladınız siz onu!
O yüzden yok efendim ormanlardır, kooperatiflerdir, yok temel hakların şeysidir gibi dolgu maddelerini bir kenara koyup doğrudan ‘yürütme' maddesine geçmeyi teklif ediyorum. Kabul edilmiştir. Bir arkadaşım söz istiyor, buyrun sayın üye...
-Sayın başkan, benim gibi cümle âlemin çok merak ettiği bir konuya açıklık getirmenizi istirham edeceğim. Biliyorsunuz zaten çürük-çarık bir anayasamız var şu an el altında. Burada yürütme maddesi ayrıntısıyla anlatılmış. Acaba diyorum, komisyonumuza rûhunu ve varlık sebebini veren sayın büyüğümüz bu maddelerde yazılı yetkilerinden ve ayrıca hâlen kullanmakta olduğu diğer şeylerden ayrı olarak acaba neler talep ediyor komisyonumuzdan?
-Diyorsunuz... Hmm, evet, güzel bir soru... Aranızda bu soruya cevap vermek isteyen varsa hiç çekinmesin arkadaşlar, hemen söz verebilirim. Var mı efendim?.. Söz isteyen? Demek kimse söz almak istemiyor! Bizim gruptan arkadaşlara bakıyorum hemen... Hmm, onlar da kalemlerinin ucunu sivriltmekle meşguller görünüşe göre. Kalem açmak önemlidir arkadaşlar. Fî tarih Aşkale'de askerim. Bir gün bölük başçavuşu beni çağırdı, dedi ki...
-Başkanım, askerlik hâtıralarınızı ayrıca dinleriz başka bir zamanda. Soruya gelseniz de çalışmaya başlasak bir yandan...
-Değil mi efendim; çalışalım elbette... Halkımız, partimiz, en mühimi muhterem büyüğümüz komisyonumuzdan üstün randıman beklerken burada nelerden bahsediyoruz; gören de zanneder ki bunlar köy kahvesinde tertip muhabbeti yapıyor. Hah hah hah... Ha, hah hah dedim de aklıma geldi. Arkadaşlar size her imtihanda aynı soruyu soran biyoloji öğretmeni fıkrasını anlatmış mıydım? Her öğrenciye solucanları sorarmış bu öğretmen. Talebeler de şakır şakır ezberleyip vınn geçiyorlar sınıfı.
-Olmuyor ama başkan, konuya gelsek...
-Ölümü öp kesme, zaten iki cümle kaldı. Bir gün demiş ki kendi kendine, yav bu keratalar hep aynı şeyi soruyor diye dedikodu etmesinler. Sıradakine de filleri sorayım bakayım?
-Eee, sormuş mu?
-Sardı değil mi; demiş ki ‘Sen de filleri anlat bakayım'. Öğrenci fil konusunu çalışmamış ama uyanık kerata. Demiş ki, ‘Hocam, bu filler iri hayvanlardır, kulakları yelpaze, ayakları telgraf direği gibidir ve bunların bir hortum şeklinde burunları vardır ki aynı solucana benzerler. Solucanlar ise üçe ayrılır...
-Ee, sonra?
-Sonrası yok, fıkra burda bitiyor... Anlamadınız değil mi; bak baştan alıyorum. Hocanın biri her imtihanda...
-Ayıp oluyor başkan, yürütme uzvunu konuşacaktık; siz filin uzuvlarına geçtiniz. Anayasa diyorum, yürütme diyorum...
-Tamam efendim, niçin celâlleniyorsunuz. Tam da o konuya geçecektim ben de zaten. Aaa, bak zil çaldı. Değerli vekil arkadaşlar, komisyonumuzun çalışmaları bugün itibarıyla sona ermiştir. Zaten işiniz gücünüz filan da vardır. Haftaya söz, beyefendiye aksettiririm sualinizi. Baay!
Not: Fıkra için Namık Çınar'a teşekkürlerimle.