Başka dünyaların varlığından haber veren insanlara saygı

Eğer iyi bir gazete okuyucusu iseniz, Selim İleri'nin Cumartesi ve Kültür-Sanat sayfasındaki o tadına doyulmaz yazıları da kaçırmıyorsunuz demektir.

Ancak işine aşk derecesinde bağlı, ülkücü edebiyat öğretmenlerinin öğrencilerine edebî hazlardan haberdar etmek için verdiği derslerin başdöndürücü tadını Selim Bey'in yazılarında bulabiliyoruz. Edebiyatın sahne gerisinden ve mutfağından derlediği leziz hâtıralar cabası…

Epeydir zihnimde dönüp dolaştığı halde ihmâl ettiğim önemli bir ayrıntıyı, onun “Geçmiş Günlerden Masallar” başlıklı yazısında farkettim. Cevdet Kudret'e gönderilen mektupların yayınlandığı kitaptan bahsederken Sabahattin Kudret'in Azra Erhat'la birlikte yaptıkları bir çevirinin hikâyesi anlatılıyor. Selim İleri'den dinleyelim:

İNSANCA, TÜRKÇE KONUŞMAK

Geçen gün tekrar karıştırdım. 182. ve 183. sayfalarda Sabahattin Eyuboğlu, Azra Erhat'la birlikte Aiskhlos'tan Prometheus'un çevirisine başladıklarını haber vermiş, o tek mektubunda.

Azra Hanım bu çeviriye Profesör Rhode ile bir yıl çalışmış. Sonra olmuyor, özgün eserin dil tadını yakalayamadık diye bırakmış. İlk çalışmada Yunanca ve Almanca işbirliği söz konusu. Çeviri ikinci kez gündeme gelince, Fransızca çeviriler de gündeme geliyor.

Eyuboğlu'nun mektubundan öğrendiğimize göre, Azra Erhat “Yunanca kelimelerin tek tek Türkçelerini ve genel anlamı” verecek; Sabahattin Eyuboğlu sil baştan Türkçesiyle uğraşacak. Aiskhylos için böylesi bir çabayı kaç kişi göğüsleyebilir günümüzde? (…)

Eyuboğlu, Erhat'la ortak ereklerini de dile getirmiş: “Hem Aiskhylos'un havasına gireceksin hem de çağdaş insanca ve Türkçe konuşacaksın; üstelik her sözünü bir oyuncunun ezberleyip sahnede, kendi sözüymüş gibi yadırgamadan ve yadırgatmadan söylemek zorunda kalacağını hiç ama hiç aklından çıkarmayacaksın. Zor ama zor olduğu kadar da tadına doyulmaz bir iş bu.”

Yazının devamında Azra Erhat'ın tercüme tarzındaki edebî incelik ve nüansları gösteren alıntılar veriliyor. Adeta yüksek derecede üslûp ve kompozisyon dersi. Görmediyseniz mutlaka bulup yeniden okumalısınız. Tercüme faaliyetlerinin çeperlerinde nasıl emekler, ne kadar yoğun sanat endişesi tüketildiğine şâhâne misâller…

EN NANKÖR EDEBİ MESLEK

Tercüme, en nankör edebî meslek. Meslek dediğime aldırmayın, edebî bir tür, edebî bir sanat. Bu sanatı icrâ edenlere revâ gördüğümüz onur payı ne kadar da miniciktir: Çeviri kitapların, kimselerin aldırış etmediği künye sayfasındaki ince hurufatla dizilmiş satırlardan birini dolduran kısacık bir ibâre: ‘Dilimize çeviren; filânca!'

O kadar mı? Son yıllarda güzel bir gelenek yeşerdi, yabancı yazarların kısa hayat hikâyelerinin yanında çevirenleri de tanıtan bölümler yer alıyor. Zevkle, merakla okuyorum artık bu fasılları, zira o eseri benim için var kılan insanı nasıl merak etmem?

Nankör iş; başka dilden dilimize kazandırılmış bir eserde çevirenin varlığını, ancak ve ancak saçmalayacak derecede kötü bir cümlesine rastladığımızda hatırlıyoruz. Onlar hep karanlıkta duran ve dünya edebiyatının varlığından bizi haberdar eden sanatkâr insanlar olarak şüphesiz daha fazlasını hakediyorlar.

MÜTERCİM HAİN DEĞİLDİR

“Traduttore traditore”, yani “Mütercim haindir” sözünü ilk defa Cemil'i okurken görmüştüm. Cemil Bey bazı yazılarında, iddialı bazı eserleri Türkçeye tercüme edenlerin hatâlarını çıkarıp, tabir caizse bir güzel boyadıktan sonra mütercimlerin de yanlış yapabileceğini imâen bu Lâtince özdeyişi tekrarlıyordu. Doğru olan da bu yorumdur; işin ustaları, bir dilin çoğu zaman bir başka dile tamamen tercüme edilmesinin imkânsızlığını dile getirirken (çünkü her dil farklı bir kültür evrenini içinde barındırıyor) çeviricinin yeri geldiğinde asıl metne bile bile ihânet etmesi gerektiğinden bahsediyorlar. Bir vecize daha var bu konuda: “Tercüme kadın gibidir, güzeli sâdık, sâdıkı ise güzel olmayabilir”. Tam bir -belirsizlik demeyelim ama- sübjektivite. Güzel, daha güzelin düşmanıdır ve aslına sadâkatle yapılmış her tercümenin daha iyisi teorik olarak daima mümkündür.

Yazarlar bile eski yazdıklarında zaman zaman düzeltme yapmak ihtiyacı duyduklarına göre…

Mütercim haindir sözünü duyduğunuzda sakın akla gelen ilk anlama itibar etmeyiniz. Mütercim hain olmak şöyle dursun, biz sıradan, yani bir eseri asıl dilinden okuma imkânı olmayan büyük çoğunluğa, başka dünyaların kapısını aralayan ve her mânâda derin bir şükran duymamız gereken insandır. Bizler, onların görünmeyen emek ve sanatkârlıkları ile öğreniyor, büyüyor ve dünya bilgisine ulaşabiliyoruz.

KARANLIĞA IŞIK TUTAN ADAMLAR

Yazarın işi mütercime göre kolay, çünkü konuyu, cümleleri, kelimeleri kendisi seçiyor ve beğenmezse silip yenisini yazabiliyor veya tamamen vazgeçebiliyor. Mütercim, asıl yazara ve metnine bağlı kalmak zorunda. İki farklı kültür arasında çevrilemez gibi görünen ibâreleri munisleştirmek, ‘Türkçe söyleseydi ancak böyle ifade ederdi' mantığından hareketle icabında cümleye yeni bir elbise giydirmek ancak derin bir vukufla yapılabilecek bir şey.

Bazen okumaktan sıkıldığım bir kitabın bir yerinde durup, vaktiyle bu eseri çeviren kişinin kimbilir nasıl sıkılmış olabileceğini tahmin etmeye çalışırım. Bırakın tamamını okuyup bitirmeyi, sayfalarını saymaya bile üşendiğimiz nice hacimli eserin ardında kelimelerin Türkçedeki gölgelerini sıraya dizerek geçimini sağlayan bir fikir işçisinin muazzam emeği var ve kitapla ilgisi olsun olmasın, herkes bu nitelikli emeğe saygı göstermelidir.

Bunca çileye –evet resmen çile olmalı- rağmen mütercimlerin emeği, ortaya koydukları eserin kıymetine göre mukayese edilmeyecek derecede az. Sadece tercüme yaparak geçinmek ise çok zor. Onlar edebiyat dünyamızın, çoğu zaman varlıklarından bile haberdar olmadığımız isimsiz ve şöhretsiz kalan edebiyat dilmaçları ve ağır sanatkârlarıdır ve okur-yazarlıkla ilgisi olan herkesin, çeviri sanatkârlarına muazzam derecede borçlu olduğunu düşünüyorum artık.

MİNNET BORCU

Vaktiyle, çeviri Türkçelerini beğenmediğim için eleştirdiğim mütercimler oldu; hepsinden helâllik diliyorum. Birkaç yetersiz örneği tutamak edinip bizi dünya okur-yazarı kılan bu insanlara, ama hepsine nasıl teşekkür etmem gerektiğini bilemiyorum. Sağolsunlar, varolsunlar. Hepsine minnet borçluyuz.

Dışımızdaki dünya onlarla güzel, onlarla renkli ve anlamlı.

Tercüme aşkı

Edebiyat ve sanat ödülleri arasında tercümeye de değer verilmesi ne güzel. Bu sene, uzun yıllardan beri Alman edebiyatından çok değerli eserleri Türkçeye kazandırarak tercüme dalında ödüllendirilenlerden birisi de benim en yakın dostlarımdan (hattâ kabı bir komşum) biriydi: Senail Özkan. Sekiz yılı bulan komşuluk ve arkadaşlık muhabbeti içinde onun başta Goethe olmak üzere, Schopenhauer, Nietzsche, Rilke ve Mommsen gibi çetrefil fikir erbâbının eserlerini Türkçeleştirmek için bir ipekböceği sabrı, titizliği ile –ve elbette Prusya disiplini!- ile çalıştığına yakından şahid oldum. Hele hele Goethe'nin ‘Doğu Batı Divanı'nı lâyıkıyla çevirmek için kelimeleri kuyumcu terazisiyle tartarcasına verdiği mesai, bir edebiyat ödülünün katbekat üzerinde bir fedâkârlıktı. Tercüme dünyasının öteki yüzünü bu vesileyle farkettim.

Aziz dostum, ötekileri bilemem; hiçbir ödül, seninki kadar hak edilmiş değildir; şahidim.


Kaynak (Arşiv)