Anladın sen onu
Başka birisi değil de, diyelim ki meselâ Bülent Keneş yazmış olsaydı şu satırları; veya bir seneden beri neyle suçlandığından bile haberdar olamayan Hidayet Karaca aynı cümleleri günlük defterine karalamış olsaydı...
Ahmet Altan, Mehmet Baransu veya Can Dündar veya içinde yaşadığımız saçmasapan ruh ve fikir ikliminde ayakta durmaya çalışırken yüreğine tortulanan isyan düğümünü seslendirmek ihtiyacı duyduğu için bir şekilde muhalif diye bilinen her hangi biri, kalabalık bir yerde yüksek sesle şöyle seslenseydi...
-Büyük adam, bir devin sırtına tırmanan cüce. Dev: Halk. Şuursuz, sevimsiz, tehditkâr. Yığın kadındır. Irzını teslim edecek bir zorba arar. Çobansız rahat edemeyen kaz sürüsü…
Başına neler gelirdi?
İfade hürriyetinin anayasal teminat altına alındığı bir memlekette şu satırlardan ötürü, ülkesini herkesten daha ziyade sevdiğini düşünen bir ‘itirafçı' veya daha kibar tabirle ‘ihbarcı' bir yurttaş, en yakınındaki Savcılığa üşenmeden şikâyet dilekçesi döşeyip, “Mezkûr kişi yüce millete ve devlet büyüklerine zımnen kalayı basarak vahim bir suç işlemiştir. Şahsen ve memleketim nâmına dâvâcıyım” şeklinde bir suç duyurusunda filan bulunmazdı. Velev ki vukû buldu; savcı, dilekçeye şöyle bir bakıp sonra buruşturarak çöp sepetine basketledikten sonra, “Yahu çerden çöpten şikâyetlerle yüce adalet mekanizması bu kadar meşgul edilir mi?” diye iç ‘cık cık' çeker, işine bakardı. Velev ki savcı alıngan biri ve konuyu mahkemeye sevketti; hâkim, savcılık yazısını okuduktan sonra, “Yok devenin pabucu; milletçe kayış kopardığımız resmidir” deyip iki satırlık bir “lüzum–ı gayrı muhakeme” yazısıyla işi kapatmaz mıydı?
Fanteziyi uzatmayalım; sağduyunun yalama olduğu bir rejimde yaşıyoruz ve eğer yukarda ismini zikrettiğim gazetecilerden biri ezkazâ böyle bir tweet atsaydı, başına gelmeyen kalmaz, ‘reelpolitik' açıdan tez zamanda kendini sulh cezâ hakimlerinden birinin karşısında ‘derdini anlatamıyorken' bulurdu.
Vaktiyle Sovyet Rusya'da adamın biri, kalabalık bir yerde ‘Alçaklar, şeref düşkünleri vs.' diye bağırmaya başlayınca polis yakalayıp hakime götürmüş. Hakim durumu anlayınca basmış hükmü: “Seni Komünist Parti yöneticilerine hakaretten tutukluyorum” Adamcağız, “Aman efendim” demiş, “Ben kimsenin ismini zikretmedim, nasıl olur?” Hâkim gevrek gevrek gülümsemiş, “Ben senin kimi kasdettiğini bilmez miyim evladım; hepimiz Sovyet vatandaşıyız!” Sadede geliyoruz. Yayınladıklarından ötürü şu anda cezaevinde bulunan fikir erbâbının yazıp çizdiği şeyler, “Yığın kadındır; ırzını teslim edecek zorba arar” vecizesinin meâlinden pek de farklı sayılmaz. Ne var ki, hayalhânesi fazlaca geniş bir yargıç pekâlâ bu vecizeyi, “Halkı alenen tahkir, seçilmişlere hakaret ve demokratik temsil fikrine inançsızlık doğrultusunda, bir terör örgütüne bağlı olmaksızın anayasal düzene karşı fiili kalkışma” gerekçesiyle ithâm edebilir de... İtham farklı, fakat kesinleşmiş yargı kararı daha farklı bir şeydir diye düşünebilirsiniz. İşler öyle yürümüyor bu günlerde; ithamla karar, ironi yapılırcasına birbirine benziyor çoğunlukla!
İmdi daha komik olanı şu: Bu yazıdan ötürü, bu satırların yazarı da “Halkı tahkir ve demokratik temsile inançsızlık” ithamıyla yüzyüze gelebilir. Yazarın bu durumda, “Efendim, vecize bana ait değildir. Şu yazarın bu kitabından iktibas ettim sadece” diye kendini savunması ne eğlenceli olurdu değil mi? Lâkin müsterih olunsun; yazar vecizeyi kimden alıntıladığını asla söylemeyecektir!