Alışamazsın nokta noktam, alışamazsın...

Vallahi doğrusunu isterseniz biz alıştık şekerim: Zap yaparken TRT'ye tesadüf etmeyelim bir kere; vergilerimizle beslediğimiz TRT'nin her ekranında, müzik kanalında bile boy boy hükümet meddahlığı, iktidar güzellemeleri.

‘Beyefendi'lerin karşısında huşû ile dizilmiş sebilhane bardaklarını andıran yandaş hanımlar beyler, ‘Beyefendi güzel bir vole çaksın' diye ‘muz kesilen' çanak çanak sorular. Tek kale futbol maçı. Alıştık...

Ona da alıştık; ‘yandaşa kızıp cami cemaatinden kopmayalım' diye her Cuma, kuzu kuzu mescide gidip Diyanet fırçası yemeye alıştık, hatta ‘Şubatta bu kardeşinizin rehberliğinde umre turu düzenledik; istekliler namazdan sonra bana müracaat etsin' diyen işbilir imam kardeşlerimize bile... Ne diyordu büyüğümüz, ‘Tabanı ibadet, ortası ticaret...' tavanını söylemeye merhametimiz elvermiyor; olsun, ona da alıştık...

Devlet kapısına işimiz düşerse sabretmeye, üç günlük işi on günde güç-bela tamamlamaya ve ardında artniyet aramamaya alıştık. Vapurda, metroda, iskelede, umuma açık yerlerde iktidar borazanı dinlemeye de alıştık, duymuyoruz bile.

Okullara, kreşlere, ticarethanelere ağır silahlı ekiplerle girip masura ile merdiven ölçen baskın ekiplerine bile alıştık; kezâ çalıştığımız gazetelerin basılmasına, televizyonların uydudan çıkarılmasına, reklam verenlerin, ‘Kusura bakmayın ağır baskı altındayız, sizinle çalışamayacağız' demelerine, işimiz daralmasına, aşımızın küçülmesine de alıştık.

Küfür, hakaret, tehdit ve iftiralara da... hatta bu yaştan sonra terörist bile olduk. ‘Yahu vicdansızlar bizim neremiz terörist?' demeye bile üşeniyoruz gaari. Memleketimizde damgalı, zenci muamelesi görmeye, ötekileştirmeye alıştık. Selam verince ‘Aman zararımız dokunmasın' diye eski ahbapları görmezden gelmeye de alıştık, hatta öyle empati geliştirdik ki ‘N'aapsın adamlar şekerim, selam verse teröre yardım yataklıktan ikbâlini karartırlar bu adamlar' diye gülüp geçiyoruz.

Biraz zor oldu ama biz alıştık anlayacağınız, lâkin yarın şapkalar değişince sizin şapka değiştirmeye alışabileceğinizden şüpheliyim. İktidar prizinden bedava elektrik almaya alıştıktan sonra fatura ödemek zor gelir size. Sırf siyasi iklim değişti diye dostsuz, arkadaşsız, hatta işsiz kalmak çok ağırınıza gider. Onursuz kalmaya pek aldırış edeceğinizi sanmıyorum, onun nasıl bir şey olduğunu -de facto- biliyorsunuz zaten.

Şahsiyet ve kurum haklarına hakaretten postacılar destan gibi mahkeme celpleriyle kapınıza dayandıklarında yüreğinizin kalkmaması mümkün mü? Güvenecek bir mahkemenizin bile kalmaması, afedersiniz, -üstelik tamamen tarafsız ve bağımsız yargı kuruluşları önünde!- karakter infazı yapmanın hesabını vermek zor gelir, alışamazsınız.

Bugün yüzünüze gülenlerin iki gün sonra yeldire yeldire arkanızdan konuşmasını duymak ağırınıza gider. Güvendiğiniz dağlara kar yağdığını fark edince sarsılırsınız. Vicdanınızda, vaktiyle adaletsiz şeyler, içinize sinmeyen şeyler yapmış olmanın gittikçe büyüyen çukuruyla yaşamaya alışmazsınız kolay kolay.

Alışamazsın nokta noktam, alışamazsın!.. Varlıktan sonra darlığa düşmeyi bizim ahalli mezelletten sayar, ardınızdan teneke çalarlar. Değildir halbuki, hakiki darlık ve yoksulluk onursuzluktur; yaptığınız işe inanmamaktır. Sizi en fazla darlandıracak olan da budur, sırf fareli köyün kavalcısı öyle buyurdu diye vicdani melekelerin fişini çekmek zilleti size yeter.

İçinizden biri, ‘A katılıyorum, çok merhametli gidiliyor' diye maydanoz olmuş bir lâf salatasına. Ah be güzel hanım, temennî edilmez fakat gün gelir belki sizin de merhamete ihtiyacınız olur; ben söylemiyorum, ‘Söyleyen' öyle söylüyor, ‘Men lâ yerham, lâ yurham' vesselâm!


Kaynak (Arşiv)